Abdul-Muttalib,
cömertliği ve akıllılığı ile Kureyş-ten saygı görüyordu. O çok yakışıklı bir
adamdı, etkili bir görünüşü vardı. Zengin oluşu da kendini şanslı saymasının
nedenlerinden biriydi; bütün bunların üstüne Zem-zem'in tekrar inşa edilmesine
alet olan seçilmiş kişi olması da ekleniyordu. Bu lütuflan için Allah'a çok
minnettardı; fakat, Zemzem kuyusunu kazmayı durdurması söylendiğinde, ruhu bir
takım düşüncelerle sıkılmıştı. Her-şey iyi gitmişti, Allah'a şükür! Fakat daha
önce bir oğul sahibi olmanın eksikliğini hiç bu kadar hissetmemişti. Örneğin,
AbdÜ'ş-Şems kabilesinin başı, kuzeni Umeyye'ye bir çok erkek evlat
lutfedilmlşti ve eğer kuyuyu kazan Mah-zum'un reisi Muğire olsaydı, oğullan
onun etrafında büyük ve güçlü bir daire oluşturabilirlerdi. Oysa kendisi,
birden fazla karısı olmasına rağmen onu destekleyecek bir tek erkek çocuğa
sahipti. Buna alışmıştı; fakat kendisine Zem-zem'i veren Allah onu başka
yönlerde de yüceltebilirdi; bu yeni lütfün verdiği şevkle Tanrıya daha fazla
erkek çocuk vermesi için dua etti. Duasına, eğer O, on evlat verirse ve hepsi
de büyüyüp, buluğ çağına gelirse, onlardan birini Kâ'be'de kurban edeceğini de
ekledi.
Duası kabul olmuştu;
yıllar geçmiş ve dokuz oğlu daha olmuştu. O andı içtiğinde, bu, ona çok uzak
bir olasılık gibi görünmüştü. Fakat, Abdullah dışındaki tüm oğullan
büyüdüğünde, içtiği ant düşüncelerinde yer etmeye başladı. Bütün oğullarıyla
iftihar ediyordu, fakat içlerinde en çok Abdullah'ı sevdiği açıktı. Belki Tanrı
da bu çocuğu seçmiş ve ona bu belirgin güzellik ve iyilikleri vermişti. Belki
de onun kurban edilmesini istiyordu. Ne olursa olsun, Abdu'l-Muttalib sözünün
eri bir İnsandı, sözünden dönmeyi hiç bir zaman düşünmemişti. O aynı zamanda
çok adaletli bir insandı ve sorumluluklarının farkındaydı. Han gi oğlunu kurban
edeceğini seçme yükünü kendi üstüne alamazdı^ Bu nedenle Abdullah büyüdüğünde,
on oğlunu da çevresine topladı ve onlara Tanrı'ya verdiği sözden bahsetti,
sözünü yerine getirebilmesi için onlardan yardım istedi Ona boyun eğmekten
başka seçenekleri yoktu; babalarının sözü kendi sözleriydi; ve ona ne yapmaları
gerektiğini sordular. Babaları onlara her birinin bir ok üzerine kendi işaretlerini
koymalarını söyledi. O sırada Kureyşln oklara bakan falcısına Kâ'be'de
bulunması için haber göfiderdi. Oğulannı Kutsal Ev'e soktu ve falcıya verdiği
sözden bahsetti. Her oğul kendi okunu hazırladı ve Abdu'l-Muttalib, Hubal'ın
yanında yerini aldı. Yanında getirdiği büyük bıçağı .çıkardı ve Allah'a dua
etmeye haşladı. Oklar çekildi, çakan Abdullah'ın okuydu. Babası bir eliyle
onu, diğer eliyle de bıçağı tutarak onu kapıya doğru sürükledi, kendisine
düşünme payı bırakmak istemezcesine kurban ede-^ uygun bir yer arıyordu.
Fakat o evindeki kadınları, özellikle de
Abdullah'ın annesi Fatıma'yı hesaba katmamıştı. Diğer karıları Mekke dışındaki
kabilelerdendi, bu nedenle Mekke üzerinde etkileri çok azdı. Fakat Fatıma, en
güçlü kabilelerden biri olan Mahzum lrabilesindendi, yani bir Kureyş'liydi.
Bunun ya-nısıra anne tarafından Kusayy'ın oğullarından Abd'a bağlıydı.
Fatuna'nın tüm ailesi bir yardım gerektiğinde müdahale edebilecek kadar
yakındaydılar. On oğlundan üçü Fa-tıma'dandı: Zübeyr, Ebu Talib ve Abdullah. O
aynı zamanda, kardeşlerine çok bağlı olan Abdu'l-Muttalib'in beş kızının da
annesi idi. Bu kadınlar boş durmuyordu ve şüphesiz kendi oğullarının başına da
gelebilecek olan bu tehlike nedeniyle diğer| karıları da Fatıma'nm yanında yer
alıyorlardı. ı-
Oklara bakıldıktan
sonra büyük bir topluluk fal oklarının bulunduğu yeri doldurdu. Muttalib ve
Abdullah, Kâ'be'nin kapısında ölü gibi renksiz bir halde belirince, Mahzumiler
arasından bir mırıltı yükseldi, çünkü kendi kardeşlerinin oğullarından birinin
kurban edileceğini anladılar. «O bıçakla nereye? diye bir ses yükseldi,
halbuki hepsi bu sorunun cevabını biliyordu. Abdu'l-Muttalib ettiği yeminden
bahsetmeye başladı, fakat Mahzum'un şefi Muğire onun sözünü kesti: «Onu kurban
etmeyeceksin, onun yerine başka bir şey feda et, Onun bedeli ne kadar çok
olursa olsun, tüm Mahzumoğulları kendi mallarını feda etmeye hazırdırlar-. Bu zamana
kadar Abdullah'ın diğer kardeşleri de Ka'be'nin dışına çıkmışlardı. Hiçbiri konuşmamıştı,
fakat şimdi babalarına dönüp, kardeşlerini kefaret karşılığında kurtarması
için yalvanyorlardı. Herkes aynı şeyi söylüyor ve Abdu'l-Muttalib de ikna olmak
istiyordu, fakat aklı şüphelerle doluydu. Sonunda Yesrib'de yaşayan akıllı bir
kadına, bu durumda kefaretin mümkün olup olmadığını sormaya ve mümkünse nasıl
olacağını öğrenmeye karar verdi.
Abdullah'ı ve bir veya
iki oğlunu daha yanma alarak, Abdu'l-Muttalib doğduğu şehre gitti. Orada
kadının Yes-rib'in yüz mil güneyinde, yahudilerin yerleştiği Heyber'e gittiğini
öğrendi. Bu nedenle yollarına devam ettiler ve kadını buldular. Kadına olayları
anlattıklarında, onlara ruhla konuşması gerektiğini ve ertesi günü gelmelerini
söyledi. Abdu'l-Muttalib Allah'a dua etti, ertesi gün kadın şunları söyledi:
«Bana ilham geldi. Sizde kan bedeli ne-dir?» Ona on deve olduğunu söylediler.
«Memleketinize dönün ve kurban edeceğiniz adamı bir tarafa, on deveyi bir
tarafa koyun ve aralarında kura çekin. Ok adamın aleyhine çıkarsa, on deve
daha ekleyin ve tekrar kura çekin. Fal develere çıkıncaya kadar develeri
arttırın. Develeri kurban edip adamı salıverin- dedi.
Mekke'ye döndüler,
Abdullah'ı ve on deveyi Râ*be*nin avlusuna koydular. Abdu'l-Muttalib, Kâbenin
içine girdi ve Hubel'in yanında durarak, yaptıklarını kabul etmesi için
Allah'a yalvardı.
Okları çektiler ve ok Abdullah'ın aleyhine çaktı. On deve dana eklediler,
fakat oklar yine develerin yaşaması, Abdullah'ın kurban edilmesi gerektiğini
söylüyordu. Her seferinde on deve ekleyerek develerin sayısını artırmaya devam
ettiler, develerin sayısı yüzü buluncaya dek falın sonucu aynı çıktı. Sonunda
fal develerin aleyhine döndü. Fakat Abdu'l-Muttalib çok titiz bir insandı: bu kadar
büyük karara varmak için bir okun sonucunu yeterli görmedi. Üç kez fal oku
çekilmesi üzerinde durdu ve İki kez daha ok çektiler. Her seferinde fal
develerin aleyhine çıktı. Sonunda Abdu'l-Muttalib Tann'nın kefareti kabul
ettiğinden emin oldu ve develer kurban edildi.