Elbette gençlerin ve
zayıfların hepsi, hemen ilâhi daveti kabul etmemişti, fakat hiç olmazsa
onların kendini beğenmişliği, küçük yaşamlarını bir klarnetin notaları gibi
bölen davet ve vaazların Önem ve şiddetine karşı kulaklarını tıkamalarına
neden olmuyordu. Osman'ın çölde duyduğu : «Ey uykudakiler uyanın» sesi vahyin
kendisiydi ve daveti kabul edenler, şimdi sanki uykudan uyanmışlar ve yeni bir
yaşama girmişlerdi
Geçmişteki ve şu
andaki kâfirlerin tutumu şu sözlerle ifade edilebilir: «Bu dünya hayatımızdan
başkası yoktur. Ve bizler diriltilecek de değiliz.» (En'am: 29). Bu sözlere
ilahi cevap olarak şunlar söyleniyordu: «Bizler gökleri, yeri ve ikisinin
arasındakilerini oyuncular (in oyun konusu) olarak yaratmadık.» (Enbiya: 16,
Duhan: 38). «Bizim boş bir amaç uğruna yarattığımızı ve sizin gerçekten bize
döndûrülüp-getirilmeyeceğinizi mi sanmıştınız?» (Mü'minûn: 115). Küfrün henüz
tam olarak yerleşmediği kişilerde bu sözler etkisini gösteriyordu. Bu etki,
kendisini bir nur ve hidayet (doğru yola ulaştırıcı) olarak niteleyen vahyin
tümü için de geçerliydi. Mesajı kabul etmeye iten başka bir neden de onu
getiren elçinin kişiliğiydi. O, başkalarını kötülüğe yönlendirmeyecek denli
gerçekle dolu ve kendisi de sapıtmayacak kadar hikmet ve fazilet sahibiydi.
Yapılan çağrıda hem bir uyan, hem de bir vaad vardı, uyan onları iyi işler
yapmaya yöneltiyor, müjde ise onlan mutlu kılıyordu.
«Şüphesiz: 'Bizim
Rabbimiz Allah'tır' deyip sonra da dosdoğru bir istikâmet tutturanlar (yok mu)
onların üzerine melekler iner (ve der ki): «Korkmayın ve hüzne kapılmayın, size
vadolunan cennetle sevinin. Biz dünya hayatında da, ahirette de sizin velileriziz.
Orda nefislerinizin arzuladığt her şey sizindir ve istemekte olduğunuz her şey
de sizindir. Çok bağışlayan, çok esirgeyen (Aî-tah)tan bir ağırlanma olarak.»
(Fussikt: 30-32)
«Bu mu daha hayırlı,
yoksa takva sahiplerine vadedılen cennet mi? Ki onlar için bir mükâfat ve son
duraktır, içinde ebedi katlar olarak, orada her istedikleri onlarındır, bu
Rabbinm üzerinde istenen bir vadidir» (Yunus:7).
Gerçek mü'minler
«Bizimle karşılaşmayı umanlar» diye tanımlanmıştır. Oysa kafirler:
«Bizimle karşılaşmayı
ummayanlar, dünya hayatına razı olanlar ve bununla tatmin olanlar ve bizim
üyelerimizden habersiz (gafil) olanlar.» (Yunus: 7) dır.
Mü'min'in tutumu, her
konuda kâfirinkinin aksi olmalıdır. İnanmayanların daldığı küfrün bir özelliği
de onların tabiat görüntülerini olduğu gibi almaları ve onlardan ders
almamalarıdır. Gerçeğe (Hakk) uyanık olmak sadece insanın ümitlerini bu
dünyadan ahirete çevirmesi değil, aynı zamanda bu dünyada serpili olan Allah'ın
âyetlerinden de ders almasıdır:
«Gökte burçları kıtan,
onların içinde bir aydınltk ve nurlu bir ay vareden (Allah) ne yücedir. O gece
ile gündüzü birbiri ardınca kılandır; öğüt attp-düşünmek isteyenler ya da
şükretmek isteyenler içinj* (Furkan: 61-62)
Kureyş liderleri
küstahça peygamberden bu âyetleri (işaretleri veya mucizeleri) göstermesini, ya
gökten onu destekleyen bir melek gelmesini, ya da onun göğe yükselmesini
İstiyorlardı. Ve birgün, dolunayın henüz Hıra dağmın tepesine çıkıp ortalığı'
aydınlattığı bir gecede, bir grup kâfir peygambere yaklaştılar. Ve eğer
gerçekten Allah'ın Rasulü ise Ay'ı ikiye bölmesini istediler. Mı
""Tünleri ve kararsızları da içeren büyük bir topluluk vardı ve bu
istek yerine getirildiğinde tüm gözler parlayan Ay'a çevrildi. Büyük bir
şaşkınlık içindeydiler, çünkü Ay ikiye ayrılmış ve her biri dağın bir yönünde
parlıyordu. Peygamber «İşte şahit olun- dedi. Fakat asıl ay'ı ikiye bölmesini
isteyenler bu optik mucizeyi reddettiler ve onun büyü olduğunu söylediler
(Kamer: 1-2). Diğer taraftan inananlar sevindiler ve kararsızlardan bazıları
imâna yaklaştı, bazıları ise gerçekten İman etti.
Böyle isteklere karşı
Allah'tan gelen bu cevap bir istisnaydı. Çünkü Kurevş'in istediği diğer
mucizeler onlar istediğinde değil, Allah'ın dilediği zaman meydana gelmişlerdir.
Bunlardan başka sadece İnananların şahit olduğu küçük mucizeler de vardı.
Fakat bu tür harikalar yeni dinin merkezinde bir konuma sahip değildi, çünkü
İsa'nın bir önceki vahyin mucizesi olması gibi, bu vahyin mucizesi de Kur'an'ın
kendisiydi. Kur'an'a göre İsa, hem Allah'ın elçisi hem de «O'nun kelimesidir.
Onu (Ol kelimesini) Mer'yem'e yöneltmiştir ve O'ndan bir ruhtur» (Nisa: 171).
Aynen Allah'ın kelimesi olan İsa'da olduğu gibi şimdi de Allah'ın kelimesi olan
Kur'an'la İslâm gerçek bir din oluyordu. Bu kelâmın (Kur'an) işlevlerinden biri
de. İslâm'a hanif bir din olarak bakıldığında (Rum: 30) insanda zaman geçtikçe
körelen ve yanlışlıklara yönelen duygulan tekrar uyandırmaktı. Bu nedenle
Kureyş Peygamber'den mucize göstermesini istediğinde Kur'an'ın cevabı, onları
her zaman gördükleri, fakat üzerinde düşünüp ibret almadıkları şeylere
yöneltmek olmuştur:
«Kendileri bir
bakmıyorlar mt o deveye, nasıl yarat Odı?
(ğoğe; nasıl
yükseltildi*
Dağlara; nasıl
oturtulup-kuruldu? Yere: nastî yayılıp, döşendi?» (Gaşiye: 17-20)
İnananlardan beklenen
korku ve ümidin her ikisi de Allah'a götüren davranışlardır. Allah'a şükür
belirtisi olarak söylenen «Hamd alemlerin Rabbi olan Allah'adır,, sözü aynı
zamanda korku da taşır ve hamdedeni ve h&m,-dolunam doğruca tüm iyiliklerin
kaynağı olan uluhr/ete götürür. «Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla» sö?u
insanı ümitle aynı yöne yöneltir. Bu korku ve ümit en belirgin bjr şekilde
Fatiha Suresinde toparlanmıştır (Kur'-an'ın ilk suresi [1]olduğu
için Açan anlamında Fatiha ismi verilmiştir:)
«Hamd, Alemlerin
Rabbi. Rahman, Rahim ve Din gutumun maliki olan Allah'adır. Biz yalnızca Sana
ibadet eder ve yalnızca senden yardım dileriz. Bizi dosdoğru yola ilet,
kendilerine nimet verdiklerinin yoluna, gazaba uğrayanların ve sapıkhmnkine
değil» (Fatiha 2-7).
îslâm öğretisinin en
güzel ve tam ifadesini yapan diğer bir sure de Kur'an'ın son surelerinden biri
olan fhlas Süresidir. Bu sure, putperestlerin Peygamber'den, Allah'ı tanımlamasını
istediğinde indirilmiştir:
«De ki: O Allah
birdir.
Allah Samed'dir (her
şey ona muhtaçtır, daimdir, hiçbir şe\e
İhtiyacı olmayandır).
O. doğurmamtştır ve
doğurulmamışlır.
Ve hiç bîr şey O'nun
dengi değildir(ihlasSuresi).
[1] Son düzenlemede ilk sıradadır, fakat nüzulde ilk
değildir Fatiha'nın islâm'daki yeri büyüktür ve en azından her mü'-min onu
günde onyedi defa okur.