47-48.   Ölümler Ve Evlilikler

 

Peygamber (s.a.v.Vin Bedir'den döndükten sonra yap­tığı ilk işlerden biri, kızı Fatuna İle birlikte, Rukıyye'nİn mezarını ziyaret etmek oldu. Bu, onların, Hatice'nin ölü­münden sonra yaşadıkları en büyük kayıptı. Fatıma, ab­lasının ölümünden çok etkilenmişti. Mezarın kenarında babasının yanma oturmuş, gözünden yaşlar boşanıyordu. Babası onu teskin etmeye çalıştı ve cübbesinin ucuyla göz­yaşlarını sildi. Peygamber Cs.a.v.) kısa bir süre önce ölü­nün arkasından ağıt tutmanın aleyhinde bazı şeyler söy­lemişti. Fakat söyledikleri yanlış anlaşılmıştı. Mezarlıktan geri döndüğünde Ömer (r.)'in. Rukiyye ve Bedir şehitle­rinin arkasından ağlayan kadınlara bağırdığım duydu. «Ömer, bırak ağlasınlar» dedi ve şunları ekledi: «Kalbten ve gözden gelen Allah'tan ve merhametindendir. Fakat el­den ve düden gelen şeytandandır»[1] El ile göğsü dövmeyi ve yüzlerini yutmayı, dil ile de bağırıp çağırarak ağıt yak­mayı kastediyordu.

Fatıma, Peygamber (s.a.v.)'in en küçük kızıydı ve yir­mi yaşma gelmişti. Peygamber (s.a.v.) ailesi içinde, Ali (r.)'nin ona en uygun eş olduğundan bahsetmişti, fakat normal bir anlaşma yapılmamıştı. Ebu Bekir (r.) ve Ömer ir.) Fatıma (r.)'yı istemişler, fakat Peygamber (s.a.v.) on­ları, kızını bir başkasına vereceğini söyleyerek değil, Allah'tan bir emir gelmesini beklediğini öne sürerek geri çevirmîştL Bedir'den sonraki ilk haftalardan birinde, artık evlilik zamanının geldiğini düşünerek Ali'yi kızım resmen istemesi için teşvik etti. Ali ilk başta fakirliğini düşünerek tereddüt etti. Babasından hiç bir miras almamıştı. İslam, kafir bîr babaya mü'min bir evlâdın varis olmasını yasak­lıyordu. Fakat buna rağmen, Mescid'in yakınında küçük bir evi vardı. Peygamber (s.a.v.)'in isteklerini de bildiği için Fatuna'yı istemeye karar verdi. Resmi anlaşma yapıl­dıktan sonra Peygamber (s.a.vJ, düğün yemeği verilmesi üstünde durdu. Bir koç kurban edildi, Ensardan bazıları da un ve buğday hediye „ ettiler. Hem gelinin hem de da­madın kuzeni olan Ebu Seleme, düğünde en büyük yardım­ları yapan kişiydi. Çünkü O, Ali'nin babasına, kendisini Ebu Cehil V0 diğer düşmanlardan koruduğu için borçluy­du. Bu nedenle Ümmü Seleme, Aişe ile birlikte çiftin oturacakları evi düzenleyip hazırlamaya gitti. Nehir yatağından yumuşak itum getirilmişti. Evin toprak zemi­nine bu kumdan yaydılar. Gelin yatağı bir koyun derişiy­di, yorgan olarak da Yemen'den gelen çizgili soluk renkli bir kumaşı kullanacaklardı. Bir derinin içine hurma lifle-riyle doldurarak da yastık hazırladılar. Daha sonra, eusiî yemeğin yanısıra misafirlere verilmek üzere incir ve hur­ma hazırlayıp, su kabını su ile doldurdular. Genelde her­kes bu düğün ziyafetinin o zamanda Medine'de verilen en güzel ziyafet olduğu kanısında birleşiyordu.

Peygamber (s.a.v.), artık misafirlerin çifti yalnız bı­rakmaları gerektiğini gösteren bir işaret olarak ayağa kalk­tı ve Ali'ye kendisi geri dönene dek karısına yaklaşmama­sını söyledi. Bütün misafirler gittikten hemen sonra gel­di. ÜmraÜ Eymen (r.) hâlâ orada yemekten sonraki dağı­nıklığı toplayıp odayı düzene sokmaya çalışıyordu. Pey­gamber (s.a.v.) 'in hayatında sadece sözkonusu kişinin pay­laştığı birçok Özel olay vardır. Bu kişilerden biri de Ümmü Eymen*di. Peygamber (s.a.v.) içeri girmek için izin iste­diğinde, Ümmü Eymen kapıya geldi. Peygamber: «Karde­şim nerede?» diye sordu. Ümmü Eymen: «Anam babam sana feda olsun ey Allah'ın Basulü» dedi, «Kızını onunla evlendirdiğin halde, o senin nasıl kardeşin olur?» Peygam­ber (s.a.v.) : «Gerçekten, kardeşimdir» dedi. Daha sonra Ümmü Eymen'den bir miktar du getirmesini istedi, o da getirdi. Sudan bir ağız dolusu alıp ağzını kapattı, daha sonra suyu tekrar kabın içine boşalttı. Ali geldiğinde onu önüne oturttu. Eline bir miktar su alıp Ali'nin omuzları­na, göğsüne ve kollarına serpti. Daha sonra Fatıma'yı ça­ğırdı. Fatıma (r.) babasına karşı duyduğu saygıdan el­bisesinin içinde hafif sekerek geldi. Peygamber (s.a.v.) ona da Ali'ye yaptığı gibi yaptı; onlara ve evlâtlarına dua et­ti.[2].

Bedir'den sonraki yıl Ömer (r.)'in ailesi iki büyük ka­yıpla karşılaşmıştı. Bunlardan ilki kızı Hafsa (r.)'nın ko­cası Huneys'in ölümü idi. Huneys, Habeşistan'a ilk giden­ler arasındaydı; oradan döndükten sonra Hafsa ile evlen­mişti. Hafsa, dul kaldığında sadece on sekiz yaşındaydı; hem güzeldi, hem de iyi yetiştirilmişti. Babası gibi o da okuma-yazma bilirdi. Ömer (r.l, Rukiyye (r.)'nin ölümüy­le Osman (r.)'ın çok yalnız kaldığını görerek, Hafsa ir.)'yi ona teklif etti. Osmun düşüneceğini söyledi, fakat birkaç gün sonra gelip Ömer'e şu an için evlenmemesinin daha iyi olacağını söyledi. Ömer (r.) hem hayal kırıklığına uğ­ramış hem de Osman (r.)'ın red cevabına incinmişti. Fa­kat Ömer kızma iyi bir koca bulmaya kararlıydı, bu yüz­den gidip Ebu Bekir'e teklif etti. Ebu Bekir ona kaypak bir cevap verdi. Bu, Ömer'i Osman'ın açık red cevabından da­ha çok incitti. Oysa Ebu Bekir (r.)'in reddetmesi akla ya­kındı : çok sevdiği bir zevcesi vardı' Osman (r.) ise be­kârdı. Ömer, Osman'ı razı edebilmeyi umuyordu. Bu ne­denle Peygamber (s.a.v.)'e bu konuyu açtı. Peygamber (s.a.v.) ona: -Üzülme» dedi, «Çünkü, Allah sana ondan daha iyi bir damat, ona da senden daha iyi bir kayınpe­der verecek». Ömer gülümseyerek, «Öyle olsun» dedi, çün­kü bir iki saniye düşününce, iki durumda da tercih edi­len iyi adamın Peygamber (s.a,v.) olduğunu anlamıştı. Peygamber Cs.a.v.), Hafsa'yla evlenerek iyi damat, Rukiyye (r.)'nin küçük kardeşi Ümmü Gülsüm (r.)'ü de Osman (r.)'a vererek iyi bir kayınpeder olacaktı Bundan sonra Ebu Bekir, Ömaı'e kendisine evlilik teklif edildiğinde ne­den öyle davrandığını açıkladı: Peygamber (s.a.v.) hiç kim­seye söylememesi şartıyla ona bu plânından bahsetmişti.

Hz. Osman (rj'la Ummü Gülsüm'ün evlilikleri önce ol­du. Huneys'in ölümünden sonra, gerekli olan dört ay iddet bittiğinde ve Aişe ile Sevde'nin odalarının yanma bir oda daha yapıldığında, Peygamber (s.a.v.)'in evliliği de ger­çekleşti. Bu, hemen hemen Bedir Savaşından bir yıl son­ra meydana gelmişti. Hafsa'mn gelmesi evdeki uyumu boz­madı Bilâkis Aişe kendi yaşında bir arkadaşa sahip oldu­ğu için seviniyordu. Bu, iki genç hanım arasında ölene dek sürecek bir arkadaşlığın başlangıcıydı. Aişe'nin hemen he­men annesi yaşında olan Şevde ise annelik merhametini, kendisinden yirmi yaş küçük olan bu yeni gelenden de esirgemiyordu.

Evliliğin gerçekleştiği sıralarda Ömer'in kayın birade­ri, yani Hafsa'mn dayısı Osman İbn Mazun öldü. O ve karısı Havle, Peygamber Cs.a.v.)'e çok yakındılar. Osman, Ashabın en çok zühd sahibi kişilerinden biriydi. İslam'ın vahyolunuşundan önce de o zühd ehliydi. Medine'ye hic­ret ettikten sonra ise Peygamber (s.a.v.)'den kendisini ha­dım ettirmek ve geri kalan ömrünü bir dilenci olarak ge­çirmek için izin istedi. Peygamber: «Ben sana iyi bir ör­nek değil miyim?» dedi. «Ben kadınlara yaklaşırım, et ye­rim, oruç tutarım ve iftar ederim. Kendisini veya diğer in­sanları hadım eden bizden değildir». Peygamber (s.a.v.) ds-man'ın, söylediklerini anlamadığını düşünerek başka bir fırsatta tekrar bu konuya değindi. «Ben senin için iyi bir örnek değil miyim?» dedi. Osman samimiyetle evet dedi ve sorunun ne olduğunu sordu. «Sen her gün oruç tutuyor­sun» dedi Peygamber ts.a.v.), «Her geceyi de namazla ge-çiriyorsun». Osman, birçok kez Peygamber ts.a.v.)'in gece namazının ve orucun faziletlerini saydığını bildiği için -Evet, elbette öyle yapıyorum»   dedi. Peygamber  (s.a.v.:

«Öyle yapma,» dedi, «çünkü gözlerinin, bedeninin ve aile­nin senin üzerinde haklan vardır. Bu nedenle oruç tut, iftar da et; namaz kıl, aynı zamanda uyumaya da vakit ayır.»[3]

Hanif dininin bir ifadesi olarak, vahiy sürekli, her ko­nuda Allah'a hamd ve şükretme konusunu vurguluyordu.

«O, umulur ki şükredersiniz diye işitme, görme {duyularını) ve gönüller verdi». (Naht: 78).

«Onda 'sükun bulup-âurulmanız' için, kendi nefislerinizden eş­ler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet kılması da, O'nun âye'tlerindendir. Hiç şüphe yok, bunda, düşünebilmekte olan bir kavim için gerçekten âyetler vardır». (Rum: 21).

«De ki: Gördünüz mü, söyleyin; Allah kıyamet gününe kadar geceyi sizin üzerinizde kesintisizce sürdürecek olsa, Allah'm dışın­da size aydınlık verecek İlah kimdir? Yine de dinlemeyecek misi­niz? De ki: Gördünüz mü söyleyin; Allah kıyamet gününe kadar gündüzü sizin üzerinizde kesil tisızce sürdürecek olsa, Allah'm dt~ şında size, içinde dinleneceğiniz geceyi getirecek ilah kimdir? Yİne de görmeyecek misiniz? Kendi rahmetinden olmak üzere O, sizin için, içinde dinlenmeniz ve O'nun fazlından (geçiminizi) aramanız için geceyi ve gündüzü varetti. Umulur ki şükredersiniz». (Kasas: 71-3).

Osman tbn Mazun'un ölümünden hemen sonra, cena­ze gömülmeden önce, Peygamber (s.a.v.), Aişe ile birlikte Havle'yi ziyaret etti. Aişe (r.) daha sonraki yıllarda bu ola­yı şöyle anlatıyor: «Peygamber (s.a.v.), Osman'ı öptü. Gö­zünden Osman'ın yüzüne yaşlar damladığını gördüm». Osman'ın cenaze töreni sırasında Peygamber (s.a.v.) bir kadının şöyle dediğini işitti: «Mes'ud ol ey Sa'ib'in baba­sı, çünkü cennet senindir». Peygamber (s.a.v.) sertçe dön­dü ve: «Sana bunu bilme hakkını veren ne?» dedi. Ka­dın : «Ey Allah'ın Rasulü, O Ebu's-Sa'ib'dir» diyerek karşı çıktı. Peygamber (s.a.v.) : «Allah'a anciolsun, biz onun haklanda iyilikten başka bir şey bilmiyoruz» dedi. Daha son ra, ük karşı çıkışının Osman'a kaı*şı değil, hakkı olmadı­ğı halde öyle konuşana karşı olduğunu belirtmek isterce­sine :   «O,  Allah'ı ve Rasulünü severdi»  demeniz yeterdi» dedi.[4].

Ömer (r.), kayın biraderinin, şehit olarak değil de ya­tağında öldüğünü görünce, ona duyduğu saygıda bir azal­ma ve sarsılma olmuştu. Ömer daha sonraları bunu şöyle anlatıyor: «Osman İbn Ma'zun şehit olarak ölmeyip, yata­ğında ölünce gözümden düştü: «Bu dünyadan vazgeçmek­te hepimizden üstün olan, fakat şimdi yatağında ölen şu adamı bırakın, dedim». Ömer (r.), Ebu Bekir (r.) ve Pey­gamber (s.a.v.) yatağında ölene kadar da böyle düşünü­yordu. Fakat onların bu şekilde öldüğünü görünce kendi­sini anlayışsızlıkla suçladı. Kendi kendine şöyle dedi: «Ya­zıklar olsun sana, en iyilerimiz Öldü» -burada «yatağında öldü» demek istiyordu- Bundan sonra Osman İbn Ma'zun, Ömer'in kafasında eski saygınlığına kavuştu.[5]

Mesciddeki üstü kapalı bölümün bir kısmı, barınacak yeri ve geçim kaynağı olmayan yeni gelenler için ayrıl­mıştı. Yararlanmaları için oraya yerleştirilen taş bir sıra nedeniyle onlara ehl-i Suffa denirdi. Mescid, Peygamber (s.a.v.)'in odalarının bir devamı gibi olduğu için, o ve ev halkı, kapılarının dibinde oturan ve gün geçtikçe birer ikişer artan bu fakirlere karşı sorumlu hissediyorlardı ken­dilerini. Bedir zaferi ile birlikte tüm Arabistan'daki kabi­leler ondan ve toplumundan bahsetmeye başlamışlardı, is­lam'ın mesajı gün geçtikçe daha fazla insanı çekiyordu Medine'ye. Bu nedenle Mescid'e bağlı odalarda oturanlar çok seyrek kendilerine düşen payı yiyebiliyorlardı. Peygam­ber (s.a.v.) şöyle derdi: «Bir kişinin yiyeceği iki kişiye, iki kişinin yiyeceği dört kişiye, dört kişinin yiyeceği ise se­kiz kişiye yeter[6]».

Peygamber (s.a.v.) genelde güzel ve hafif kokuları sev­diği gibi, kötü kokulara, özellikle de kendisinin veya baş­kasının nefesinin kötü kokmasına karşı duyarlıdır. Aişe (r.), onun eve girdiğinde yaptığı ilk işin yeşil hurma ağa­cından yapılma misvağını almak olduğunu söylerdi. Yol­culukta ise Abdullah îbn Mes'ud (r.) yanında Peygamber (s.a.v.) için yedek bir misvak bulundururdu. Ashab da Peygamber (s.a.v.)'in misvak kullanma ve yemekten son­ra ağız yıkama alışkanlığına uyarlardı.

Açlık bile onun bu aşırı duyarlılığım etkilemezdi. Fa-'kat bu duyarlılığı her zaman başkalarının da kendisiyle paylaşmasını beklemezdi. İslam'ın yasaklamadığı ve Pey­gamber (s.a.v.) 'in kendisi yemediği halde arkadaşlarına ye­meleri için ısrar ettiği bazı yiyecekler vardı. Bunlardan biri Mekke'de bulunmayan, fakat Yesrib ve başka yerler­de çok rastlanan büyük kertenkelelerdi. Bazen O, başkala­rının yemesini yasaklamadan bir yemeği yemeyi redde­derdi. Bir keresinde, Ensar'dan biri ona hediye olarak tür­lü yemeği getirdi. Peygamber (s.a.v.) tam yemekten tada­cakken onda ağır bir sarmısak kokusunun olduğunu far-ketti, hemen elini çekti. Yanında olanlar da onun elini çek­tiğini görünce ellerini çektiler, Peygamber (s.a.v.) onlara: «Ne oldu?» diye sordu. «Sen elini çektin, bu yüzden biz de ellerimizi çektik» dediler. O: Allah'ın adıyla yemeye başlayın» dedi, «Sizin konuşmadığınız kişiyle ben çok ya­kın sohbette bulunmak zorundayım.[7] Oıilar bu yakın ki­şinin Cebrail olduğunu hemen anladılar. Yemek hazırlan­mış ve Önlerine getirilmişti; bu nedenle israf edilmeme­liydi. Bununla birlikte Peygamber (s.a.v.) genelde onları, soğan ve sarmısak yememeleri, özellikle Mescid'e gitmeden önce buna dikat etmeleri için uyarırdı[8]

Fatıma (r.), evlenmeden önce bir bakıma ehl-i Suffa'-ya ev sahipliği yapıyordu. Fedakârlıklar, Peygamber (s.a.v.) ve ailesinin güncel yaşamının bir parçası olduğu halde Fatıma, şimdiye kadar eksikliğini hiç hissetmediği bir sorunla karşı karşıyaydı. O, hiç bir zaman kendisine yardım eden ellerin eksikliğini duymamıştı. Kardeşi Ümmü Gül-süm'ün yanısıra Ümmü Eymen de her an yardıma hazır­dı. Ümmü Süleym (r.) on yaşındaki oğlu Enes CrJ'i Pey­gamber Cs.a.v,)'e hizmetçi olarak vermişti. Enes yaşının ötesinde düşünce ve akıl sahibi bir çocuktu. Annesi Ummü Süleym ile ikinci kocası Ebu Talha da her an yardıma ha­zır bir şekilde beklerlerdi. İbn Mes'ud ise ev halkından bi­ri sayılabilecek kadar Peygamber (s.a.v.î'e yakındı. Abbas da kısa bir süre önce, Mekke'ye döndükten sonra kö­lesi Ebu Rafi'yi Peygamber (s.a.v.)'e hediye olarak gön­dermişti. Peygamber (s.a.v.) onu azat etmiş, fakat özgür­lüğüne kavuşması onu, Allah'ın Rasulüne hizmet etmek­ten alıkoymamıştı. Bir de uzun süreden beri onların hiz­metine koşan Osman İbn Ma'zun'un dul eşi Havle vardı. Fakat Fatuna'nın. yanında şimdi bu yardım eden ellerden hiçbiri yoktu. Aşın fakirliklerini gidermek için. Ali (r.) su çekiyor ve taşıyor, Fatrma ise buğday öğütüyordu. «El­lerim kabarıncaya kadar öğüttüm» dedi bir gün Ali'ye Ali de ona: «Ben de omuzlarım ağrıyıncaya kadar su çek­tim. Allah babana bir çok köle vermiş, git ve onlardan birini hizmet etmesi için iste» dedi. Fatıma hemen Pey­gamber Cs.a.v.)'in yanına gitti. Babası onu görünce- «Se­ni buraya getiren ne küçük kızım?» diye sordu. Fatıma, babasına duyduğu saygıdan evdeki niyetini söyleyemedi ve: «Seni selamlamak için geldim» dedi. Eli boş dönün­ce Ali Cr.) ona: «Ne yaptın?» diye sordu. «İstemeye utan­dım» dedi, Fatıma (r.). Bunun üzerine ikisi birlikte gidip Peygamber Cs.a.v.)'e isteklerini bildirdiler. Fakat Peygam­ber (sa..v.) onların hizmetçiye diğerlerinden daha az ih­tiyaçları olduğunu öne sürerek isteklerini geri çevirdi. «On-lan size verin de ehl-i Suffa'nm açlıktan kıvranmasını is­temem. Onları besleyecek kadar gelirim yoK. Sadece elim-dekini avucumdakini satarak onları besleyebiliyorum» dedi.

Ali  (r.)  ile Fatıma  Cr.) biraz düş kırıklığı içinde ev­lerine döndüler. Fakat o gece, onlar yattıktan sonra kapıda içeri girmek için izin isteyen Peygamber (sa.v.)'in se­sini duydular. Ona hoş geldin diyerek yataktan kalktılar. Fakat Peygamber (s.a.v.) : «Olduğunuz yerde kalın» dedi ve yanlarına oturdu. «Size benden istediğinizden daha de­ğerli bir şey vereyim mi?» diye sordu. Onlar evet dedik­lerinde ise şunları söyledi: «Cebrail bana şöyle öğretti. Her namazdan sonra on defa Elhamdülillah (Hamd Al­lah'adır), on defa Sübhanallah (Allah teşbih edilendir) ve on defa Allahu Ekber (Allah büyüktür) deyin. Yattığınız zaman da herbirini otuz üçer defa tekrarlayın». Ali ileriki yıllarda şöyle derdi: «Allah'ın Rasulü bize bunları öğret­tikten sonra, bir kez bile onları okumayı ihmal etmedim»

Ali (r.) ile Fatıma (r.)'nın evleri Mescid'den çok uzak değildi, fakat Peygamber (s.a,v.) kızının kendisine daha da yakın olmasını istiyordu. Evliliklerinden birkaç ay son­ra Peygamber (s.a.v.)'in uzaktan akrabası .olan Hazreç'li Harise Peygamber (s.a.v.) 'e geldi ve şöyle dedi: «Ey Al­lah'ın Basulü, Fatıma'yı daha da yakınma getirmek iste­diğini duydum. Benim evim Neccaroğulları arasında sa­na en yakın evdir, şimdi onu sana veriyorum. Ben ve mal­larım, Allah ve Rasulü içindir. Benden birşeyler alırsan, almamandan daha çok sevinirim.» Peygamber (s.a.v.) ona dua etti ve hediyesini kabul etti. Kızı ve damadını kendi­sine komşu olarak getirdi.

Hârise'nin cömertliği ile Medine'de gerek kendisine gerekse diğerlerine karşı gösterilen cömertliğe çok seviniyordu. Fakat o sırada meydana gelen bir olay düş kırıklığı yarattı. Peygamber (s.a.v.) Evs'li Ebu Lübabe'yi takdir ederdi. Bedir Savaşı sırasında, onu Medine'de ken­disini temsil etmesi için Revha'dan geri göndermişti. O yılın sonlarına doğru, Ebu Lübabe'nin velayetinde bulunan bir yetim Peygamber (s.a.v.)'e geldi. Velisinin, kendisine ait olan bir hurma ağacına sahip çıktığını söyledi. Ebu Lübabe'ye haber gönderdiler. Ebu Lübabe ağacın kendisi­nin olduğunu iddia etti, gerçekten de öyleydi. Peygamber (s.a.v.) meseleyi öğrenince Ebu Lübabe'nin lehine karar ver­di. Fakat uzun süreden beri ağaca sahip olduğuna kendisini alıştıran yetim çok üzülmüştü. Bunu gören Peygam­ber (s.a.v.) Ebu Lübabe'den ağacı kendisine hediye ola­rak vermesini istedi, fakat Ebu Lübabe kabul etmedi. Pey­gamber (s.a.v.) : «Ey Ebu Lübabe, o zaman ağacı bu yeti­me hediye et, Cennette karşılığını bulursun» dedi. Fakat olaylar Ebu Lübabe'nin duygularını etkilemişti, bu neden­le yine kabul etmedi. O sırada Ensardan biri, Sabit Ibn ed-Dehdahe (r.î, Peygamber'e: «Ey Allah'ın Rasulü, ben bu ağacı alıp bu yetime versem aynısını cennette bulacak mı­yım?» diye sordu. «Elbette bulacaksın» cevabını alınca he­men Ebu Lıibabe'den bir hurma bahçesi karşılığında o ağa­cı aldı. tbn ed-Dehdahe ağacı yetime verdi[9] Peygamber is.a.v.) onun adına çok sevinmiş, fakat Ebu Lübabe adına üzülmüştü.

 

 



[1] I. S. VIII, SS4.

[2] I. S. Vin, 12-15.

 

[3] I. S. 111/1,289.

[4] I. S. 11/1, 289-90.

[5] Age.

[6] M. XXXVI, 176.

[7] I. S. 1/2, no.

 

[8] B. XCVI, 24.

[9] W. 505 246

 

The CHM file was converted to HTM by UNLICENSED version of ChmDecompiler software.
Download ChmDecompiler via: http://www.zipghost.com