Ebû Muhammed (Ebû Abdirrahmân) el-Kâsım b. Muhammed b. Ebî Bekr es-Sıddîk el-Kureşî et-Teymî el-Medenî (ö. 107/725)

Hazret-i Osman’ın halifeliği döneminde doğdu. Annesi Şevde isimli bir ümmüveleddir. Babasının öldürülmesinden sonra bir müddet halası Hazret-i Âişe’nin yanında kaldı. Ondan, babaannesi Esma bint Umeys, Zeyneb bint Cahş, Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Ömer, Ebû Hüreyre, Muâviye b. Ebû Süfyân, Abdullah b. Amr b. As ve diğer bazı sahâbîlerden hadis rivayet etti. Kendisinden hadis nakledenler arasında Yahya b. Saîd el-Ensârî, Ali b. Ebû Talha, Şa’bî, Nâfi’, Salim b. Abdullah b. Ömer, Ebû Bekir b. Hazm, Mâlik b. Dînâr, İbn Şihâb ez-Zührî, İbn Ebû Müleyke, Rebîatürre’y, Ubeydullah b. Ömer b. Hafs, Ebü’z-Zinâd, Abdullah İbn Avn, Eyyûb es-Sahtiyânî gibi şahsiyetler vardır. Hadis tenkitçilerinin güvenilirliği hususunda görüş birliğine vardığı Kâsım’ın Abdullah b. Mes’ûd’dan mürsel, babası aracılığıyla dedesinden münkatı rivayetlerde bulunduğu da kaydedilmektedir.

Mus’ab ez-Zübeyrî Kâsım’ı “tabiînin hayırlılarından” İmam Mâlik “ümmetin fakihlerinden” diye anarken Yahya b. Saîd Medine’de Kâsım’dan daha faziletlisini görmediklerini söyler. Ebü’z-Zinâd da hadis konusunda ondan daha âlimine rastlamadığını, Zührî fetvanın Seleme b. Ekvâ’, Kasım ve Sâlim’de toplandığını belirtmiştir. Ali b. Medînî, zamanının en faziletlisi şeklinde tanımladığı Kâsım’ın 200 hadis rivayet ettiğini açıklarken Mâlik’e göre bu sayı 100’ü bulmaz. İbn Avn onun hadisleri harfiyen rivayet edenlerden olduğunu söyler. İbn Maîn, Ubeydullah-Kâsim-Âişe râvi zincirini “altın yaldızlı sened” şeklinde niteler. Müslim b. Haccâc’ın çok önem verdiği Kâsım’a ait rivayetler Kütüb-i Sitte’de yer almıştır.

Âlimlerin ölüp gitmesiyle ilmin yok olmasından endişe eden Halife Ömer b. Abdülazîz, Medine Valisi Ebû Bekir b. Hazm’a bir ferman göndererek başta teyzesi Amre bint Abdurrahman ve Kasım b. Muhammed’in rivayetleri olmak üzere Hazret-i Peygamber’in hadislerini araştırıp yazmasını istemiştir. Bunun üzerine Ebû Bekir’in rivayetleri derleyip halifeye gönderdiği belirtilmektedir.

“Fukahâ-i seb’a” olarak anılan Medineli meşhur yedi tabiîn fakihi arasında yer alan Kâsım’ın Mescid-i Nebevî’de ders halkası vardı. İlmi gizlemenin helâl olmadığını söyler, sorulan sorulardan bilmediklerini cevaplandırmaz, bir fikir beyan ettiğinde onun şahsî görüşü olduğunu ve mutlaka hakkı yansıttığını ileri sürmediğini vurgulardı. Özellikle ehl-i re’ye, insanın Allah’ın farzlarından habersiz yaşamasının bilmediği şeyleri O’na ve Resulü’ne nisbet etmesinden daha hayırlı olduğunu söyleyerek indî fetva vermemelerini öğütlerdi. Fetvalarına bir örnek olarak kişinin akıl ve ruh sağlığının temini ve yolculukta develerin hızlandırılması gibi meşru amaçlarla mûsikiyi caiz görmesi zikredilebilir (Ebû Abdullah el-Halî-mî, III, 20).

Kur’an’ı tefsire -dirayet tefsiri olmalı- çalışmayan Kasım Kaderiyye’yi lanetlemiş ve kader hususunu tartışan bir gruba Allah’ın açıklamadığı şeyi tartışmamalarını tavsiye etmiştir. Şâkir Mustafa onun Taberî, Vâkıdî ve Belâzürî gibi tarihçiler tarafından iktibas edilen megâzî ve halifelerle ilgili bazı haberlerinden hareketle bu hususları içeren bir kitap yazmış olabileceğini söylemektedir {et-Târîhu’l-‘Arabî,s. 154).

Ömrünün son üç yılında gözleri görmeyen Kasım, yetmiş veya yetmiş iki yaşında iken bir hac ya da umre yolculuğu sırasında Kudeyd mevkiinde vefat etti ve Müşellel’de defnedildi. Ölüm tarihiyle ilgili olarak 101 (719), 102. 106, 107. 108 ve 112 (730) yılları verilmekte, İbn Hacer el-Askalânî gerekçe göstermeksizin doğrusunun 106 olduğunu ileri sürmektedir {Takrîbü’t-Tehzîb, II, 120). İlk kaynakların bir kısmı ise 107 tarihini esas almaktadır. Yûsuf b. Abdurrahman el-Mizzî, Ebû İshak eş-Şîrâzî ve İbn Mencûye tarafından kaydedilen 117(735), 121 ve 130 yılları iktibas veya istinsah hatası olmalıdır. Amcası Abdurrahman’ın kızı Kureybe ile evlenen Kâsım’ın Abdurrahman, Ümmü Ferve, Ümmü Hakîm ve Abde adında çocukları vardı; Ca’fer es-Sâdık kızı Ümmü Ferve’den olma torunudur.

Resulullah efendimiz, tasavvuf ilminin bu yüksek marifetlerinin hepsini, bu zatın dedesi olan Hz. Ebu Bekr-i Sıddik’ın kalbine akıttı. O, ruh ilminde de bir mütehassıs oldu.

Hz. Ebu Bekr-i Sıddik da Resulullah’tan aldığı bu feyizleri, Eshab-ı kiramdan Selman-ı Farisi’nin kalbine akıttı. Ruhu yükselten ve onu besleyen bu marifetlere, Muhammed bin Kasım da, Selman-ı Farisi’nin sohbetlerinde bulunarak yetişip bir ruh mütehassısı olmuştu.

Silsile-i aliyye büyüklerinin dördüncüsü olan İmam-ı Cafer-i Sadık da, Kasım bin Muhammedin sohbetinden feyz aldı.

Hadis ve fıkıh ilminde zamanının en yükseğiydi. İlimde ve takvada eşine rastlanamayacak bir yüksekliğe erişmişti. Çok hadis-i şerif nakletti. İlmi herkes tarafından takdir edilirdi. Ömer bin Abdülaziz’in; “Eğer birini yerime halife seçmem gerekseydi, Kasım’ı seçerdim” buyurmuştur.

Dini meseleler hakkında çok hassas davranır, ancak açık olanları hakkında fetva verirdi. Her sabah Mescid-i Nebi’ye gelir, iki rekat namaz kılar, sonra Resulullah’ın minberi ile kabri arasına oturur, kendisine sorulan meselelere fetva verirdi. Mezheb imamlarımızdan Malik bin Enes de onun hakkında: “Kasım, bu ümmetin, fakihlerindendi” buyurmuştu.

Kendisi anlatır:

“Bir gün halam Hz. Aişe’nin yanına vardım. Ona; “Anacığım (Halacığım), bana Peygamber efendimizin kabri şerifine götür!” dedim.

Bunun üzerine bana Hücre-i Saadeti açtı. Üç kabir gördüm. Pek yüksek olmadıkları gibi, pek yerle beraber de değillerdi. Üzerlerine kızılca çakıl taşları dökülmüştü. Peygamber efendimizin şerefli kabri hepsinden ilerdeydi. Hz. Sıddik’ın başı, Fahr-i kâinat hazretlerinin mübarek sırtı hizasında, Hz. Ömer’in başı da Resulullah efendimizin ayağı hizasındaydı.”

Mekke ile Medine arasında Kudeyd denilen yerde 725 senesinde vefat etti. Vefatından önce gözlerini kaybetti. Öleceğini anlayınca oğluna dedi ki:

“Benim üzerimde bulunan şu elbiselerim kefenim olsun” dedi.

O esnada üzerinde gömlek, peştamal ve cüppe vardı.

Oğlu; “Babacığım bunu iki katına çıkarsak olmaz mı?” diye sordu. Oğluna buyurdu ki:

“Dedem Ebu Bekir de böyle üç parça bir kefene sarılmıştı. Bizim için ölçü onlardır. Bu kadarı kâfi, sonra dirilerin yeni giyeceklere ölülerden daha çok ihtiyacı var.”

Güzel sözlerinden birisi şöyledir:

Bizden önce yaşayan büyüklerimiz, başa gelen musibetleri güzellikle karşılamayı, kendilerine verilen nimetleri de alçak gönüllülük ederek almayı severlerdi.