Muhammed b. Muhammed el-Buhârî.
Hârizm’den Buhara’ya göç eden bir tüccarın üç oğlundan en küçüğüdür. Babası vefat edince kendisine düşen mirası almayıp Buhara’daki medreselerden birinde zâhidâne bir hayat sürmeye başladı. Tesadüfen bu medreseye uğrayan Hâce Bahâeddin Nakşibend Hazretleri durumunu beğenince onu manevî evlât edindi ve kızıyla evlendirdi. Bu evlilikten oğlu Hasan dünyaya geldi. Bahâeddin Nakşibend Hazretleri, Attâr’a hemen zikir telkin etmeyip önce onu denemek ve nefis terbiyesinden geçirmek için odun toplamak ve Buhara çarşılarında yalın ayak elma satmakla görevlendirdi. Attâr şehrin itibarlı tüccarlarından olan iki kardeşinin hoşnutsuzluğuna rağmen bu vazifeleri severek yerine getirdi. Bir müddet sonra Bahâeddin kendisine zikir telkin edip onu sürekli sohbetinde bulundurmaya başladı. Kısa sürede şeyhin en seçkin müridi oldu ve mübtedî’lerin terbiyesiyle görevlendirildi. Bahâeddin Nakşibend Hazretleri 791’de (1389) vefat edince, daha önce halife tayin ettiği Muhammed Parsa da dahil olmak üzere bütün müridleri Alâeddin Attâr’a biat ettiler. Buhara’da on yıl irşad faaliyetinde bulunduktan sonra 2 Receb 802 (28 Şubat 1400) tarihinde hastalandı. Yakında öleceğini söyleyerek müridlerine sünnete sımsıkı bağlı kalmalarını, Nakşibendî Tarikatı usullerine her zaman riayet etmelerini ve arkasından yas tutmamalarını vasiyet etti. On sekiz gün sonra da vefat etti. Buhara yakınlarındaki Çagâniyân (veya Nevçagâniyân) köyünde toprağa verildi. Alâeddin Attâr Hazretleri vefat etmeden önce her biri belli bir bölgeden sorumlu on halife tayin etti. Nakşibendî tarikatı bu halifeler sayesinde Buhara’nın dışına yayıldı. Müridlerinden Seyyid Şerif Cürcânî’nin, “Hâce Alâeddin Attâr’ın hizmetine girmeden Allah-u Teàlâ’yı tanıyamadım” dediği rivayet olunur. Nakşibendî tarikatının devamını sağlamak bakımından Attâr’ın en önemli halifeleri Câmî ve Nevâî’nin mürşidi Sa’deddîn-i Kâşgarînin şeyhi Mevlânâ Nizâmeddin Hâmûş ile Hâce Ubeydullah Ahrâr’ın mürşidi Ya’kûb-ı Çerhî’dir. Alâeddin Atâr Hazretleri orta boylu, güler yüzlü, esmer renkliydi. Büyükçe sakalı vardı. Daimâ huzû’ ve huşû’ üzerinde bulunurdu. Babası zengin olmasına rağmen kendisi fakre meyyaldi. Ferâset, dirâyet ve hizmeti yüksekti. Gençliğinde kuru hasır üzerinde tahsil-i ilmi zâhir eyledi.
Alaaddin-i Attar hazretleri anlatır: “Hocam beni kabul edince, onu çok sevdim ve sohbetlerinden ayrılamıyacak hâle geldim. Birgün bana, “Sen mi beni sevdin, ben mi seni sevdim?” buyurdu. “Bu âciz hizmetçiye iltifat ederseniz, o da sizi sever” dedim. “Az bekle!” buyurdu. Bir müddet sonra, kalbimde ona karşı sevgiden eser kalmadı. O zaman, “Sevginin kimden olduğunu anladın mı” buyurdu. Eğer mâşuktan sevgi olmaz ise âşığa, Âşığın muhabbeti kavuşturmaz mâşuğa. Talebeliğe kabul edilince, canla başla hizmet etti. Talebelerin arasında parmakla gösterilenlerden oldu. Hocası onun derecesinin çok yüksek olduğunu bildiği için, birgün hanımına, “Kızımız büluğa erince haber ver” buyurdu. Kız büluğa girince, hocası, talebesi Alaaddinin odasına gitti. Eski bir hasır üzerinde kitap okurken gördü. Başının altına koyduğu bir tuğlasından başka bir şeyi yoktu. Hocası, “Eğer kabul edersen, büluğa gelmiş bir kızım var. Seninle evlendireyim” buyurdu. Alaaddin, “Büyük lütuf buyurdunuz. Fakat görüyorsunuz, hiçbir şeyim yok” dedi. Hocası, “Kızım sana takdir edilmiştir. Rızkınızın da, Allahü teâlânın göndereceği bildirilmektedir” buyurdu. Bir müddet sonra evlendiler. Nehre atladı Alaaddin-i Attar hazretleri buyururdu ki: “Maksada ancak hocanın, rızâsı ile erebilir. Talebeye, bütün işlerini hocasına bırakmak düşer. Hocasının yanında bir tercihi olmamalı. Allah adamları ile sohbet aklı artırır, onları görmek için iki günü geçirmemelidir.” Vefât edince, rüyada gördüler. “Allahü teâlanın bize verdiği nimetler çoktur. En küçüğü şu ki: Kabrimin 40 fersah (240 km) uzaklığına defnedilmiş olan müslümanların, şefaatim ile affolunacağı bildirildi.” dedi. |