Hindistan’ın Bedvân şehrindendir. Doğum tarihi bilinmemektedir. Seyyid olup soyu Peygamber Efendimiz’e ulaşır. Boyu orta, rengi esmer, kaşları çatık, sakalı seyrek, ve yüzünde nûr alâmeti vardı. Huzû’ ve huşûundan dolayı dâimâ gözleri yaşlıydı. 1722 (H.1135) senesinde Delhi’de vefât etmiştir. Türbesi, Hindistan’ın Delhi şehrinin güney tarafında, Nizâmüddîn-i Evliyâ’nın türbesinin batısında olup ziyâret edilmektedir.
Mantık, maânî, hadîs, tefsir ilimlerinde asrının yegânesi, hakikat ve ma’rifette ise, zamanının bir tanesiydi. Müşâhedet-i Cemâl-i Ahadiyyet ile onbeş sene mest ve medhûş kalmışlardır. Verâ’ ve ittibâ-ı sünnette kemâl derecesindeydi. Ekmeğini kendi yapar ve kuru olarak yerdi. Dünyaperestlerden ve ehl-i kasvetten ifrâd derecede ictinâb ederdi. Çok kuvvetli tasarrufâta sahipti. Murâkabenin çokluğundan beli iki kat olurdu. Mürîdlerine ve suâl soranlara gönülden cevap verirdi.
Seyyid Nûr Muhammed Bedvânî Hazretleri, ilmini ve feyzini İmâm-ı Rabbânî Hazretleri’nin torunu, büyük âlim ve mürşid-i kâmil Muhammed Seyfüddîn-i Farûkî’den aldı. Ayrıca Mirzâ Hâfız Muhsin’den de ilim öğrendi. Seyfüddîn-i Fârûkî Hazretleri’nin derslerinde ve sohbetlerinde yetişip icâzet aldı. İlimde o kadar yükselmişti ki; sarf, nahiv, mantık, meânî, tefsîr, hadîs ilimlerinde ve tasavvufta zamânının yegâne âlimi ve rehberi idi. Tasavvuf ehli onunla iftihâr etmişlerdir. İnsanlar ondan feyz almak için sohbetine koşmuşlardır. Bir teveccühü ile talebelerinin kalbleri zikretmeye başlardı. “Sokakta fâsıkla, günâha dalmış kimse ile karşılaşmak kalbde zulmet hâsıl eder.” buyururdu ve talebelerinin hangi fıskı, günahı işleyenle karşılaştığını haber verirdi. Yetiştirdiği talebelerin en meşhûru ve halîfesi, “Mazhar-ı Cân-ı Cânân” Hazretleri olup, evliyânın büyüklerindendir.
Seyyid Nûr Muhammed Bedvânî Hazretleri, dînin emirlerine tam uyardı. Şüpheli şeylerden ve haramlardan sakınma husûsunda gayreti son dereceye ulaşmıştı. Yiyeceği ekmeğin ununu helâlden tedârik eder, hamurunu kendi yoğurup, pişirir ve açlık ağır bastıkca azar azar yerdi. İstiğrâk ve cezbe hâlleri yâni tasavvufta ilâhî aşk ile kendinden geçme hâli pek ziyâde idi. On beş sene bu hâl üzere yaşadı ve tasavvufî hâllere gark oldu. Ömrünün son zamanlarında bu hâlden ayıklık hâline dönmüştür. Sünnet-i seniyyeye uymakta, edeb ve âdetlerde de Peygamber Efendimiz’e tâbi olmakta büyük bir dikkat gösterirdi. Peygamber Efendimiz’in hayâtını ve yüksek ahlâkını anlatan kitapları devamlı yanında bulundurur, bunları okuyup, hâllerinde ve işlerinde Rasûlüllah Efendimiz’e uymaya çalışırdı.
Bir defâsında helâya girerken, yanlışlıkla önce sağ ayağını içeri atmıştı. Bunun üzerine tasavvuftaki hâlleri bağlandı. Üç gün Allah-u Teàlâ’ya yalvarıp, tazarrû ve niyâzda bulunduktan sonra hâlleri tekrar açıldı. Dünyâya düşkün olanlar ile görüşmekten tamâmen sakınırdı. Yiyeceklerinin helâl olması husûsunda çok dikkatli davranırdı. Dâimâ murâkabede bulunurdu. Böylece, Allah-u Teàlâ’dan başka her şeyi unutup, Allah-u Teàlâ’ya yönelerek o kadar çok ibâdet ve tâat yaptığından beli bükülmüştü. Buyurmuştur ki: “Otuz seneden beri kalbimden insanın tabiî gıdâsı olan şeyleri yemek geçmedi. Ne zaman yiyeceğe ihtiyaç duysam yanımda bulduğumu yerdim.” Günde yalnız bir defâ yemek yerdi. Kazançları ve yemekleri şüpheli olanların ikramlârına el uzatmazdı.
Bir gün birisi yiyecek bir şey hediye getirmişti. Kendisine takdim edilince, nâzik bir tavırla; “Bu yiyecekte bir zulmet gözüküyor, bir araştırınız!” buyurdu. Bu yiyecek helâldendir diye arzettiler. Fakat araştırınca, bu yiyeceğin gösteriş niyetiyle hazırlandığını anladılar. Dünyâya düşkün olan bir kimse, kendisinden emânet bir kitap istediğinde verirdi. Kitap geri getirilince o kitabı bir yere kor üç gün bekletirdi. Verdiği kimseden kitap üzerine sirâyet eden zulmet, sohbeti bereketiyle dağıldıktan sonra alıp okurdu.
Evliyânın büyüklerinden ve Seyyid Nûr Muhammed Bedvânî Hazretleri’nin en başta gelen talebesi olan Mazhar-ı Cân-ı Cânân Hazretleri ondan bahsederken, gözleri yaşla dolar ve talebelerine şöyle derdi; “Sizler Seyyid Nûr Muhammed Bedvânî Hazretlerine yetişemediniz, onu görmediniz. Eğer görmüş olsaydınız, îmânınız tâzelenir ve Allah-u Teàlâ ne büyük kudret sâhibidir ki, böyle mübrek bir zât yaratmış derdiniz. Onun keşfi son derece kuvvetli idi. Başkalarının baş gözüyle göremediklerini o, kalb gözüyle görür ve anlardı. Hayâtı baştan sona fazilet ve kerâmetler ile doludur.”
Türbesi, Hindistan’ın Delhi şehrinin güney tarafındadır.
Bir defâsında bir talebesi huzûruna giderken, yolda gözü yabancı bir kadına takılıp ona bakmıştı. Hocası Seyyid Nûr Muhammed Bedvânî’nin huzûruna girince, sende zinâ zulmeti görüyoruz buyurarak yabancı kadına bakması sebebiyle günaha girdiğine işâret etmiştir.
Bir defâsında râfizî olup, Peygamber Efendimiz’in arkadaşlarından bâzılarına düşmanlık besliyen iki kişi, Seyyid Nûr Muhammed Bedvânî Hazretleri’nin huzûruna gelmişlerdi. Râfizî olduklarını saklayıp, kendisine tâbi olmak istediklerini söylemişlerdi. Onların sapık îtikâdda olduklarını anlayıp; “Önce bozuk îtikâdınızdan vazgeçin sonra tâbi olma arzusunda bulunun” buyurdu. Bu iki râfizîden biri huzûrunda tövbe edip, sapık îtikâdından vazgeçti ve saâdete erdi. Diğeri ise sapıklığında ısrar edip, saâdetten mahrûm kaldı.
Seyyid Nûr Muhammed Bedvânî Hazretleri’nin evinin yakınında oturan bir kişi, bir dükkân açıp, afyon, esrâr satmaya başladı. Bunun üzerine Seyyid Nûr Muhammed Bedvânî Hazretleri; “Afyonunun zulmeti bizim bâtın nisbetimizi kederlendirdi” dedi. Bunu işiten talebeleri afyon satan adamın dükkânını yıkıp harâb ettiler. Seyyid Nûr Muhammed Bedvânî Hazretleri, bu işi duyunca üzülüp; “Onun dükkânını harâb etmeniz bizi daha çok kederlendirdi. Çünkü onun afyon, esrâr satmasına mâni olma işi, devletin hâkiminin vazifesidir. Siz başkasının işine müdâhale ettiniz. Böylece dînin emrine muhâlif iş yapıldı. Önce ona; haram olan bu işten vazgeçmesi yumuşak bir dil ile anlatılır. Sonra vaz geçmezse mâni olunurdu” dedi. Sonra dükkânı harâb edilen kimseye altın gönderdi. Talebelerine onunla helâllaşmalarını söyledi. Talebeleri altını verip onunla helâllaştılar. Bunun üzerine, afyon ve esrâr satmaktan vazgeçip, tövbe etti, sonra da Seyyid Nûr Muhammed Bedvânî Hazretleri’nin talebesi olup, sâlih bir zât oldu.
Seyyid Nûr Muhammed Bedvânî Hazretleri şöyle anlatmıştır: “Bir gün hocam Mirzâ Hâfız Muhsin’in kabrini ziyârete gitmiştim. Kabri başında murâkabeye daldım. Bu hâlde iken kendimden geçtim ve hocamı kabrinde görüp, konuştum. Kefeni ve bedeni hiç çürümemişti. Sâdece ayaklarının alt kısımlarına toprak tesir edip hafif dökülmüştü. Bunun sebebini kendisinden sordum, dedi ki: “Sâhibinden izinsiz, o geldiği zaman geri vermek niyetiyle bir taş alıp, abdest aldığım yere koydum. Abdest alırken o taşın üzerine bastım. Ayaklarımda gördüğün toprağın tesiri bu sebepledir.” Takvâda çok ileri gidenin evliyâlıkta yükselmesi muhakkaktır.”