Seyda Molla Yahya Hz.’lerin (K.S.) 05.02.2003 tarihli sohbetinden alınmıştır.

Selman-ı Farisi (r.a.) daha önceleri mecûsi olup senelerce ateşe tapmak suretiyle ateşe hizmet ettiği halde, İslam ile müşerref olunca;

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurmuştur ki:

– Selman bizden ve Ehli beyttendir.

Dikkat ediniz! Daha önce ateşe tapan mecûsî bir insan, Allah (c.c.)’a iman edip, hakiki bir Müslüman olarak takva ehli olunca, Ehli Beyt gibi yüksek bir makama çıkıyor.

Bunun için muhterem kardeşlerim!

İnsanlar tarağın dişleri gibi eşittir, onları ancak, iman, salih amel faziletli kılar. Gavs Seyyid Abdülhakim el-Hüseyni Hazretleri (k.s.) bir sohbetinde şöyle buyurmuştur:

“Şeyh Abdülkadir Geylani Hazretleri (k.s.) o yüce makama amel ile çıkmıştır. Her kim onun gibi amel ederse onun makamına çıkar ve onun gibi olur”

Aziz kardeşlerim! Selman-ı Farisi (r.a.)’den konu açılmışken onun hayatından biraz bahsetmek istiyorum.

Selman (r.a.)’ın babası mecûsiliğe aşırı bağlı olan bir köy ağası (dekhan) olup büyük bir çiftliğe sahipti. Onun evinde bir ateş gede vardı ve onda ateşin sönmeden sürekli yanmasını sağlama işiyle Selman-ı Farisi (r.a.) ilgileniyordu. Babasının ona karşı olan sevgisi çok fazlaydı.

Bir ara babası, işleri yoğunlaşınca onu tarlalardan birisine bakması için gönderdi. Bölgede az da olsa Hristiyan bulunmaktaydı. Yola çıkan Selman-ı Farisi (r.a.), bir kilisenin yanından geçerken, içeride ibadet edenlerin durumu dikkatini çekti ve içeri girerek onları izlemeye başladı. Selman-ı Farisi (r.a.) tarlaya gitmekten vazgeçerek, büyük bir merak içinde, akşama kadar orada kalmış ve bu dinin Mecusilikten daha hayırlı olduğu kanaatine vararak, onlara bu dinin kaynağının nerede olduğunu sormuştu. Onunla ilgilenen Hristiyanlar, dinleri hakkında onu bilgilendirmişler ve dinlerinin kaynağının Şam’da olduğunu söylemişlerdi..

Selman-ı Farisi (r.a.) eve dönünce başından geçen olayları babasına anlattı. Babası ise ona, gördüğü dinde hiçbir hayrın bulunmadığını ve atalarının dininin, karşılaştığı dinden daha iyi ve üstün olduğunu söyledi. Selman-ı Farisi (r.a.) babasına karşı çıkarak Hristiyanlığın kendi dinlerinden üstün olduğu konusunda onunla tartışmaya başladı. Onun bu durumu üzerine babası telaşlandı ve ayaklarından bağlayarak onu eve hapsetti.

Selman-ı Farisi (r.a.) oradan geçen insanların vasıtasıyla, kilisedeki Hristiyanlarla irtibat kurarak, Şam tarafına gidecek bir kervan hazır olduğu zaman, kendisine haber vermelerini istedi. Böyle bir kervan hazır olduğu zaman, kendisine verilen haber üzerine evden kaçtı ve bu kervana katılarak Şam’a gitti.

Burada bir rahibin hizmetine girdi ve ondan Hristiyanlığın esaslarını öğrenmeye başladı. Bu rahip ölünce, Selman-ı Farisi (r.a.) onun yerine geçen rahibe tabi oldu. Ona büyük bir sevgiyle bağlandı. O rahibin ölümü yaklaştığı zaman; kendisine kimi tavsiye edebileceğini sordu. Rahip ona Musul’daki bir rahibi işaret etti. Selman (r.a.) Musul’a gidip o rahibe tabi oldu. Onunda ölümü yaklaştığı zaman da ondan yerine kime tabi olması gerektiğini sordu. O rahip de Nusaybin’de bir rahibin yanına gönderdi. Orada bir müddet kaldıktan sonra, onun da ölüm döşeğinde yattığını gören Selman (r.a.) yine kime uyabileceğini sordu. Bu rahip de ona:

– Evladım, artık bizim dinimizin de sonu geldi. Bir Peygamber gelecek, o ahir zaman peygamberidir. Onun dini hak ve son dindir, gelmesi de çok yakındır, dedi.

Selman (r.a.) rahibe;

– O peygamberi nasıl tanıyabilirim? diye sordu.

Rahibde ona;

– İki dağ arasında kurulmuş, hurma bahçeleri bol olan bir şehirde yerleşecek, o peygamber sadakaları kabul edecek ama kendisi istifade etmeyecek, hediyeleri kabul edecek, bundan kendisi de istifade edecek ve onun iki omuzu arasında nübüvvet mührü olacak, görünce onu tanırsın.

Selman-ı Farisi (r.a.) Kelb kabilesinden bir tüccarla karşılaştı, ondan ülkesi hakkında bilgi aldı ve bahsedilen Nebinin bu bölgede ki bir yerden çıkması gereketiğine kanaat getirerek, kendisini bir ücret karşılığı birlikte götürmesini istedi. Selman (r.a.)’ın teklifini kabul eden, Kelb’li arap yolda ona ihanet etti. Köle olduğunu söyleyerek Hayber’deki bir yahudiye sattı. Daha sonra o yahudi, Selman (r.a.)’ı Medine’de ki amcaoğluna satınca o da Selman (r.a.)’ı Medine’ye getirdi. Selman (r.a.) Medine’ ye gelince kendisine tarif edilen ahir zaman peygamberinin beldesine geldiğini anlayarak içi rahat etti. Medine halkına baktığında kadın erkek, çolukçocuk, yaşlı genç herkesin heyecanla birini beklediklerini gördü. En nihayet bir gün hurma ağacının tepesinde hurma toplarken, Ensar’dan bir kısım insanların ellerinde def olduğu halde;

“Taleal Bedru Aleyna”

diye başlayan bir kasideyle coştuğunu fark edince ağacın altındaki yahudi olan sahibine;

– Bu olanların ne anlama geldiğini, sordu. O yahudi ise;

– Bunlar cahil araplardır, onların bir peygamberi var, şu anda Mekke’den Medine’ye gelmiş onu karşılıyorlar, sen işine bak, sana ne! diyerek azarladı.

Oysa Selman (r.a.) bu azarlanmaktan dolayı üzülmek yerine büyük bir sevinçle, aradığı peygambere yaklaşmanın heyecanını yüreğinde hissetti. Hafta da bir gün izin hakkı vardı, şimdi sıra, O’nun aradığı peygamber olup olmadığını anlamaya gelmişti. Selman (r.a.) kendi hakkı olan hurmalardan birazını bir sepetin içine koyarak Kuba’da bulunmakta olan Rasulallah (s.a.v.)’ın yanına gitti ve ona;

– Sizin Salih bir kimse olduğunuzu duydum yanınızda ihtiyaç sahibi olan arkadaşlarınız var, bu sadakamı kabul buyurun. dedi.

Rasulallah (s.a.v.) hurmaları aldı ve ashabına;

– Yiyin.

Ancak kendisi bunlardan yemedi. Selman (r.a.) sadaka kabul etmediğini görünce kendi kendine;

– Bu alametlerden biridir.

Bir hafta sonra ki izinli olduğu günde, Rasulallah (s.a.v.) yanına gelerek, elindeki hurmaların hediye olduğunu ve kabul etmesini rica etti. O’nun sahabeleriyle birlikte bunlardan yediğini görünce, ikinci alametinde onda var olduğunu gördü.

Şimdi sıra üçüncü alamet olan sırtındaki nübüvvet mührünü görmeye gelmişti. Rasulallah (s.a.v.) ashabıyla otururken, Selman (r.a.) O’nun etrafında dolaşmaya başladı. O’nun bildiği bir şeyi araştırdığını anlayan Rasulallah (s.a.v.), ridasını kaldırdı. Nübüvvet mührünü gören Selman (r.a.) Rasulallah (s.a.v.)’ın ayaklarına kapanarak ağlamaya başladı. Kelime-i Şehadet getirip, Müslüman olduktan sonra, başından geçen bütün hadiseleri Rasulallah (s.a.v.) Efendimize anlattı. Rasulallah (s.a.v.) Efendimiz, Selman (r.a.)’a;

– Efendine gidip, azat edilmen için ne kadar istediğini sormasını, buyurdular.

Yahudi olan efendisi, Selman-ı Farisi’ye cevaben;

– 50 miskal altın ve 600 hurma fidanının dikilmesi şartıyla, ancak 600 hurma fidanının tutması ve hurma vermeye başlamasından sonra azat ederim.

Bunun üzerine Rasulallah (s.a.v.) sahabelere;

– Kardeşinize yardım edin.

Gereken yardım ve hurma fidanları toplanınca, Efendimiz (s.a.v.);

– Siz çukurları kazın, fidanları ben ellerimle dikeceğim, buyurdu.

Sahabeler çukurları kazdı, Rasulallah (s.a.v.) mübarek elleriyle tek tek fidanları dikti. (Hala Medine’de o hurma ağaçları hurma vermeye devam etmekte, hatta çekirdeklerinde ‘Muhammed’, ‘Ali’ yazmaktadır.) Dikilen fidanlar Allah (c.c.)’ın izniyle 598 tanesi o sene meyve vermiştir. Bu vesileyle azat olan Selman-ı Farisi (r.a.) hendek savaşında da önemli rol üstlenerek hendek kazma fikrini ortaya atmıştır.


Mübarek Kabirleri Irak Medain’dedir.

Demek ki, muhterem kardeşlerim!

Allah (c.c.) katında, önemli olan; mal, mülk, soy-sop değil, takva ve salih ameldir. Selman-ı Farisi (r.a.) daha sonra Hz.Ömer’in hilafeti zamanında vali olarak görev yapmasına rağmen mütevazı kişiliğinden ve yaşantısından taviz vermemiştir.

Öyle ki, bir gün vali olarak görev yaptığı yerde, onu hamal zanneden bir tüccar, eşyalarını taşıyıp taşımayacağını sordu. Vali olduğunu belli etmeden teklifi kabul etmiştir. Yolda kendisini tanıyan kişiler, O’na engel olmak istemiş fakat söz verdiği yere eşyaları götürmeden bırakmamıştır. Selman (r.a.) vali olduğu halde, değişmemiş aynı yaşantısına devam etmiş olup ve 230 sene gibi uzun bir ömür sürmüştür.