Ebû All Fazl b. Muhammed el-Farmedî.

1010 Tûs yakınındaki Fârmed (Fârmez) köyünde doğdu. Rüknü’l-İslâm, el-mürşid, kutbü’z-zamân ve şeyhü’1-meşâyih gibi unvanlarla anılır. İlk öğrenimini doğduğu köyde yaptıktan sonra Nîşâbur’a giderek meşhur sûfî müellif Abdülkerîm el-Kuşeyrî’nin medresesine girdi ve kısa sürede en seçkin öğrencilerinden biri oldu; özellikle vaaz ve hitabet tarzının tesirinde kaldı. Fârmedî’nin son derece güzel ve etkileyici konuştuğunu söyleyen Abdülgâfır onun vaaz meclislerini, çeşit çeşit çiçek açan meyve ağaçlarıyla dolu bir bahçeye benzetir.

Tasavvuf konusunda da Kuşeyrî’den faydalanan Fârmedî, Nîşâbur’a gelen Ebû Saîd-i Ebü’l-Hayr’ı ziyaret etti ve ilk görüşmesinde kuvvetli bir şekilde tesirinde kalarak büyük bir sevgiyle ona bağlandı; sohbet ve semâ meclislerine devam etti. Ebû Saîd Nîşâbur’dan ayrılınca üstadı Kuşeyrî’nin huzuruna çıkarak kendisinde meydana gelen ruhî gelişmeleri anlattı. Fakat Kuşeyrî ona ilim öğrenmeye devam etmesini tavsiye etti. İki üç yıl sonra tasavvufa meyli gittikçe arttığından üstadının izniyle medreseden ayrılarak bir tekkeye yerleşti; bir süre mücahede ve riyazetle meşgul oldu. Bir gün kendisinde zuhur eden manevî halleri Kuşeyrî’ye anlatınca üstadı, ulaştığı bu mertebeden sonra ona yardımcı olamayacağını, zira kendi mertebesinin onunkinden daha yüksek olmadığını söyledi. Yeni bir mürşide ihtiyacı bulunduğunu anlayan Fârmedî, ününü duyduğu Ebû’l-Kàsım el-Cürcânî ile görüşmek üzere Tûs’a gitti. Cürcânî’nin yanında mücahede ve riyazet dönemini tamamladıktan sonra vaaz vermek için icazet aldı. Dili ve gönlü açıldığından olağanüstü güzel ve etkili konuşmalar yapmaya başladı. Bir ara Tûs’u ziyaret eden Ebû Saîd-i Ebü’l-Hayr ile bir kere daha görüşme fırsatı buldu. Nakşibendî silsilesinin önemli simalarından olan Ebü’l-Hasan el-Harakânî’den de faydalandı. Kuşeyrînin kızıyla evlenen Fârmedî 477’de (1084) Tûs’ta vefat etti. Fârmedî’nin Ebü’l-Mehâsin Ali, Ebû’l-Fazl Muhammed ve Ebû Bekir Abdülvâhid adlı üç oğlu olduğunu ve bunlarla tanışma fırsatı bulduğunu söyleyen Sem’ânî,, şeyhin kabrini defalarca ziyaret ettiğini de kaydeder.

Bir ara Merv’e giderek Büyük Selçuklu Veziri Nizâmülmülk’le görüşen ve ondan itibar gören Fârmedî çağının büyük âlim ve mutasavvıflarıyla tanışmış ve onlardan faydalanmıştır. Kendisi de Gazzâlî, İbn Bâkûye ve Abdülkâhir el-Bağdadî de dahil olmak üzere pek çok âlim ve mutasavvıf üzerinde etkili olmuştur. Câmî Nefehâtü’l-Üns’de Fârmedî’nin Gazzâlî’nin şeyhi olduğunu söyler. İkisi de Tus’lu olan bu ünlü mutasavvıfların görüştükleri bilinmektedir. Nitekim Gazzâlî bizzat Fârmedî’den duyduğu birkaç sözü nakleder. Kasım Kufralı Câmî’ye dayanarak Gazzâlî’nin Fârmedî’ye intisabının kesin olduğunu söylüyorsa da Fârmedî vefat ettiğinde yirmi yedi yaşında olan ve henüz tasavvufa yönelmemiş bulunan Gazzâlî’yi onun mürid ve halifesi saymak doğru değildir. Gazzâlî’nin, eserlerinde Fârmedî’den çok az söz etmesi de bunu göstermektedir.

Fârmedî, Nakşibendiyye’nin Alevî silsilesinde Ebü’l-Kâsım el-Cürcânî’nin, Bekrî silsilesinde ise Ebü’l-Hasan el-Harakânî’nin halifesi olarak gösterilir. Nakşibendiyye’nin her iki silsilesi Ebû Ali el-Fârmedî’de birleşir ve halifesi Yûsuf el-Hemedânî vasıtasıyla devam eder. Bu bakımdan Fârmedî Nakşibendî tarikatı tarihinde önemli bir yere sahiptir.

Mübarek  Kabri İran – Meşhed / Tus’da bulunmaktadır.

Kendisi anlatır:

Gençliğimde Nişabur’da ilim öğreniyordum. Bir gün Şeyh Ebu Said Ebülhayr hazretlerinin Nişabur’a gelmekte olduğu haberini aldık. Kerametleri meşhur idi. Nişabur halkı, âlimler ve ileri gelenlerin hepsi onun büyüklüğünü biliyor ve saygı duyuyordu. Pek çok kimse karşılamaya çıktı. Ben de onu görmek istiyordum. Kendisini görür görmez ona ve tasavvufa karşı kalbimdeki sevgi pek fazlalaştı. O gün sohbetini dikkatle dinledim. Devamlı sohbetlerine katılmaya başladım. Bir gün onu görme arzum arttı. Fakat o gün sohbet için belirlenen günlerden değildi. Sabredeyim, dedim. Dayanamayıp dışarı çıktım. Etrafıma bakındım. Ebu Said hazretleri bir çok kimse ile bir yere gidiyordu. Onları tâkip ettim. Bir yere dâvete gidiyorlarmış. Dâvet edilen eve girdiler. Peşlerinden ben de girip bir köşeye oturdum. Beni görmüyordu. Şeyhe bir hâl oldu, kendinden geçip üzerindeki abayı parçaladı. Sonra abayı çıkarıp yere bıraktı. Mecliste bulunanlar yırtılmış abayı parçalara ayırıp dağıtması için Şeyhin önüne bıraktılar. Bu parçalardan işlemeli bir kısım olan kolun yen kısmını ayırıp;

“Ebu Ali neredesin?” dedi. Ben kendi kendime beni tanımaz, bilmez, galiba talebelerinden, adı Ebu Ali olan birini çağırıyor diye cevap vermedim. İkinci defa çağırınca, oradakiler bana; ”

Şeyhimiz seni çağırıyor” dediler. Kalkıp huzuruna vardım. İşlemeli elbise parçasını bana verip; “Sen bize bu elbise parçası gibi yakınsın” dedi.

Ebül-Kasım Kuşeyri’nin yanında kaldığım sıra, bende meydana gelen halleri kendisine anlatınca,

“Evlâdım, ilim öğrenmekle meşgul ol” diyordu. 2-3 yıl daha ilim öğrendim. Bir gün kalemimi mürekkep hokkasına batırıp çıkardım. Bembeyaz çıktı. Üç defa denedim, her defasında mürekkep beyaz çıkıyordu. Bu hâli hocama anlattım.

“Mademki kalem senin elinden kaçıyor, sen de onu bırak” dedi. Ben de, medreseden ayrılıp, dergâha geçtim.

Bir gün bana bir hal oldu, kendimden geçtim. Bir mürşide, rehbere ihtiyacım var diye düşündüm. Ebül-Kasım Gürgani’nin ismini işitmiştim. Tus şehrine hareket ettim. Talebeleri ile mescitte oturuyordu. Ben de önünde diz çöktüm. Şeyhin başı önüne eğikti. Başını kaldırıp, “Gel Ebu Ali” buyurdu. Yanına oturup hallerimi anlattım. “Başlangıcın mübarek olsun. Terbiye görürsen, yüksek derecelere kavuşursun.” buyurdu. Kalbimdeki aşk ve şevk çoğalmıştı. Bu arzumun çokluğu sebebiyle, Ebül-Hasan-ı Harkani hazretlerinin sohbetine nihâyetsiz feyizlerine kavuştum.

Hocam Ebül-Kasım Kuşeyri hamamda guslediyordu. Belki ihtiyacı olur diye kuyudan bir kova su çıkarıp hamamın havuzuna boşalttım. O anda gerçekten bu suya ihtiyacı varmış. Hamamdan çıkınca; “Ey Ebu Ali, Ebül-Kasım’ın 70 yılda elde ettiği dereceyi, sen bir kova su ile kazandın” buyurdu.

Bir yolculuğumuz sırasında bir dağa yaklaşırken önümüze büyük bir yılan çıktı. Hepimiz korkup kaçıştık. Ebu Said hazretleri de orada idi. Atından inip o koca yılana yaklaştı. Ben Şeyhin yanında idim. Yılan onun önünde başını yerlere sürerek saygı gösterdi. Şeyh hazretleri yılana; “Zahmet ettin” dedi. Sonra yılan dağa doğru uzaklaşıp gitti. Şeyh dedi ki: “Bu dağda iken birkaç yıl bu yılanla aynı yerde bulunduk. Bizim buradan geçmekte olduğumuzu anlayınca gelip dostluğunu tazeledi. Ahdin güzelliği imandandır. Güzel huylu olana karşı her şey güzel huylu olur. Hz. İbrahim de güzel huylu idi. Ateş de ona güzel huylu oldu. Onu yakmadı.