Ebü’l-Hasen Ali b. Ahmed (Ca’fer) el-Harakânî.Bistâm’ın kuzeyindeki Harakan köyünde çiftçi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Hicrî yıl hesabıyla yetmişüç yaşında vefat ettiğine göre 352’de (963) doğmuş olmalıdır. Kaynaklarda ümmî olduğu Bâyezîd-i Bistâmî’nin manevî bir işareti üzerine Kur’an okumaya başladığı kaydedilmektedir. Harakân’dan Bistâm’a gidip Bâyezîd’in türbesini ziyaret eden Harakânî’nin Bâyezîd-i Bistâmî’nin ruhaniyetiyle terbiye edildiği ve şeyhinin Bâyezîd olduğu kabul edilir. Harakânî’nin Bâyezîd ile ilişkileri hakkında bazı menkıbeler de anlatılmaktadır. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin naklettiği bir menkıbeye göre Bâyezîd Harakân’dan büyük bir velî çıkacağını önceden haber vermişti”.Bâyezîd’in tasavvuf tarzını benimseyen Harakânî’nin Hakk’a ermek için zor riyazetlere, çetin mücâhede ve çilelere katlandığı bilinmektedir. Bazı kaynaklar Ebü’l-Abbas el-Kassâb’ın müridi olduğunu, Kassâb’ın onun hakkında, “Benden sonra ziyaretçilerim ona yönelecekler” dediğini kaydeder Harakânî’yi şeyhi Kassâb ile mukayese eden Herevî onun mertebesini şeyhinin mertebesinden daha yüksek bulur.

Ebû Saîd-i Ebü’l-Hayr’ın Harakânî’yi ziyarete gittiğinde meclisinde susmayı tercih ettiği, “Neden konuşmuyorsun?” sorusuna, “Bir hususta iki tercümana gerek yok” diye cevap verdiği nakledilir. Ebû Saîd-i Ebü’l-Hayr’ı bast, kendini kabz ehli olarak nitelendiren Harakânî’nin Ebû Saîd’in büyük önem verdiği semâ ve rakstan hoşlanmaması aralarında meşrep farkı bulunduğunu gösterir. Harakânî, hırka ve seccade gibi tasavvufun şeklî unsurlarına önem vermezken Ebû Saîd’in tekkesinde bunlara değer verilmesi bu meşrep farkından ileri gelmektedir.


Mübarek Kabri Afganistan – Harkan’dadır.

Bir gün Dr. İbni Sina, Şeyh Ebül Hasan Harkani hazretlerini evinde ziyârete geldi. Hanımı, ters birisi idi, adeta onu azarlayarak, ormana gittiğini söyledi. İbni Sinâ ormana giderken, Şeyhin, odun yüklü bir arslanla geldiğini gördü.”Bu ne hâl?” diye sorunca, “Evimdeki kurdun sıkıntı yükünü taşıdığım için, bu kurt da bizim yükümüzü taşıyor.” buyurdu.

Sultan Mahmud Gaznevi, bütün Asya’ya hâkim olduğu zamanda, Harkan şehrine yakın gelmişti. Birkaç adamını, Harkan’a Şeyhe göndermiş ve onu yanına çağırmıştı. Şeyh hazretleri, bir özür beyan ederek gitmedi. Durum, Sultana bildirilince, “Haydi kalkın, demek ki o, bizim sandığımız kimselerden değildir. Biz ona gidelim.” dedi. Sonra kendi elbisesini Kadı İyad’a giydirdi ve kendisi de silahtar olarak, Kadı İyad’ın yanında Şeyhin evine girdi. Sultan selâm verince, Şeyh hazretleri selâmını aldı. Fakat ayağa kalkmadı. Sultan, Şeyhe; “Niçin ayağa kalkmadınız?” diye sorunca, Şeyh, “Madem ki seni öne geçirmişler, yanıma gel bakalım.” dedi. Soruya o anda cevap vermedi.

Sultan Mahmud, Şeyhe; “Hocan Bâyezid-i Bistâmi nasıl bir zat idi?” diye sordu. Şeyh: “O, öyle kâmil bir veli idi ki, onu görenler hidayete kavuşurdu.” dedi. Sultan bu cevabı beğenmedi “Ebu Cehil, Ebu Leheb gibiler, Fahr-i kâinât efendimizi çok defa gördüler. Fakat hidayete gelmediler?” dedi. Şeyh; “Ebu Cehl ve Ebu Leheb gibiler, insanların en üstününü Allahü teâlânın sevgili Peygamberi olarak görmediler. Ebu Tâlib’in yetimi olarak gördüler. O gözle baktılar. Eğer, Ebu Bekr-i Sıddik gibi bakarak, Resulullah olarak görselerdi, eşkıyalıktan, küfürden kurtulur, onun gibi kemale gelirlerdi.” buyurdu. Sultan bu cevabı çok beğendi. Din büyüklerine olan sevgisi arttı.

Sultan Mahmud; “Bana nasihat ediniz.” deyince Şeyh; “Şu dört şeye dikkat et: Günahlardan sakın, namazını cemaatle kıl, cömert ol, Allahü teâlânın yarattıklarına şefkat göster.” dedi. Sultan, Şeyhin önüne bir kese altın koydu. Buna karşılık Şeyh, sultanın önüne arpadan yapılmış bir yufka koydu. Sultan ekmekten bir lokma aldı. Fakat lokmayı yutamadı. Şeyh hazretleri; “Bir lokma ekmeği yutamıyorsun. İster misin, şu bir kese altın bizim de boğazımızda dursun? Biz paralarla olan alâkamızı kestik. Şu altınları önümden alın.” dedi. Sultan, paraları almak zorunda kaldı.

Sultan giderken, Şeyh ayağa kalktı. Sultan “Geldiğim zaman hiç iltifat etmemiştin, fakat şimdi ayağa kalkıyorsun, niye?” diye sordu. Şeyh hazretleri; “Buraya padişahlık gururu ile beni imtihan için geldin. Şimdi ise derviş olarak gidiyorsun. Önce gurur içinde olduğundan dolayı ayağa kalkmadım. Fakat şimdi derviş olduğun için ayağa kalkıyorum.” dedi.

Sultan, yaptığı bir gazada mağlup olmak üzere idi. Birden Şeyhin hırkasını eline alıp; “Yâ İlâhi! Şu hırkanın sâhibinin yüzü suyu hürmetine, şu kâfirlere karşı bizi muzaffer kıl.” diye duâ etti. Düşman tarafında bir toz duman ortaya çıktı. Düşmanlar, bu toz-duman içinde birşey görmiyerek, kılıçlarını birbirlerine vurdular ve kendi kendilerini öldürdüler. Sağ kalanları dağılıp gitti. O akşam Sultan Mahmud, rüyâsında Şeyhi gördü. Şeyh, Sultana; “Allahü teâlânın dergâhında, hırkamızın yüzü suyu hürmetine zafer kazandın. Eğer o anda isteseydin, kâfirlerin hepsinin müslüman olmasını sağlayabilirdin.” buyurdu.

Kıymetli sözlerinden birkaçı şöyledir:

Allahü teâlâ için yaptığın her şey ihlâstır. Halk için yaptığın herşey de riyâdır.

Şu iki kişinin çıkardığı fitneyi, şeytan bile çıkaramaz: Dünyaya düşkün âlim ve ilimsiz sofu

Eğer bir mümini ziyâret edersen, hâsıl olan sevâbı, yüz adet kabul edilmiş hac sevâbı ile değiştirmemen lâzımdır. Çünkü bir mümini ziyâret için verilen sevap, fakirlere verilen yüz bin altın sadakanın sevâbından daha fazladır. Bir mümin kardeşinizi ziyâret edince, Allahü teâlânın rahmetine kavuşursunuz.

Bir mümin kardeşini sabahtan akşama kadar incitmeyen kimse, o gün akşama kadar Peygamber efendimizle yaşamış olur. Eğer incitirse, Allahü teâlâ onun o günkü ibâdetini kabul etmez.