Seydayi Tahi’nin oğludur.
Hazreti Sani lakapları olur (Hazreti evvel de Mevlana Halid’dir) Bu lakabı kendilerine mürşitleri şeyh Fethullah verir. Hicri 1275 yılının ocak ayında bir pazartesi günü öğleden sonra dünyaya gelirler. Doğum yerleri İsparit bucağına bağlı Usp köyüdür.
İlme önce, babalarının yanında başlarlar. Sonra da şeyh Ahmedi Taşkese’nin yanında devam ederler. Nihayet amellerini de babalarının yanında devam ettikleri halde hem ilimde hem amelde son mürşitleri olan şeyh Fethullah’ın yanında icazet alırlar.
İlk mürşitleri Seydayi Taği. Fakat Seyda yolun yarısında dar-ı Bekaya göç ederler. Son anlarda yatakta uzanmış bulunan babalarının başında hazret hüngür hüngür ağlıyor, Seyda sorar:
“Oğlum neden ağlıyorsun?”
Cevap: “Niye ağlamayayım ki, büyük bir tüccar vefat ederken oğluna hiç miras bırakmazsa, oğlu ağlamasın da kim ağlasın?” Seyda: “Merak etme evladım. Seni şeyh Fethullah’a ısmarladık. Onun yanında kendini tamamlarsın.” der ve orada bulunan şeyh Fethullah’ı çağırarak oğlunu bizzat ona teslim ederler. Hazret’de tarifsiz bir sevinç…
Hazret yedi yıl kadar şeyh Fethullah’ın yanında amel eder. Sonunda da daha mürşitleri sağlıklarında kendisine irşat izni verilir ve gelsin ilk on yıl… Mürşitlerinin vefatlarından sonra da tam yirmi dört yıl dini tedrisat ve irşatla meşgul olmuş…
şeriata tavizsiz bağlılığı dillere destan ve yaşadığı devrede çıkan 1. dünya savaşı… Bu savaşa katılışı bile ilginçtir. şöyle ki; Ruslar doğu sınırından yavaş yavaş yurda sokulurlar herkes cihat hazırlığında… Hazrete de hazırlanması için haber gelir. O devrelerde askerlik yapmayanlar için belirli bir miktar para ödendiğinden Hazret hemen evinin ve medresesinin ekonomik işlerini kendisine verdiği, yeğeni olan şeyh Ma’sum’u (Bu zat Şeyh Ma’şuk Efendi’nin babasıdır.) çağırır ve sorar: “Burada kaç öğrencimiz var?” “………. kadar.” “Her birinin ücretini hazırla ve gönder. şimdilik cihada gidilmeyecek!” Bir anda para hazırlanır ve gönderilir. Ardından soğuk ve kıtlık baş gösterince, Hazret, tüm öğrencileri memleketlerine gönderir. Bir müddet sonra da Ruslar daha fazla yaklaşırlar. Artık Bitlis bile kaygı altında bu esnada Hazret, Şeyh Ma’sum’u tekrar çağırır ve der: “Tüm öğrencilere haber sal hepsi toplanıp gelsin. Cihada çıkacağız.” Şeyh Ma’sum: “Ama efendim onların paralarını göndermiştik. Onlar mecbur değil.” İşte burada Hazret Kur’an’a olan harikulade bağlılığını gösteren cevabını verir: “Evladım, ilk emri Kur’an’ın cihat ayetlerine ittiba olsun diye vermiştim. Bilmez misin ki tüm cihat ayetleri önce mal ile sonra canla cihadı emreder. Şimdi sıra canımıza geldi.” der. Ve bir anda bütün öğrenciler toplanırlar. Artık Hayye Alel Cihad…
O sıralarda tüm büyükler yetiştirdikleri ile birlikte cephede… Bir yerde Üstad Bediüzzaman, bir yerde Hazret aynı cephede… Bu cihatta bir olayı Şeyh Said savaştan çok sonra Varto’ya gelince anlatır. Şeyh Said Vartoya gelince orada Hazretin vefat haberini alır. Çok üzülür ve şöyle der: “İşte hakiki şeyhlerden biri bu idi vefat etti, biz onunla aynı cephede Ruslara karşı cihat ederken yemin ederim ki her namaz vakti geldiğinde Haydi arkadailar namazımızı cemaatle kılalım ve her ikindiden sonra yine haydi arkadaşlar cemaatle hatmemizi yapalım der ve hep beraber hem namazımızı kılar hem de hatmemizi yapardık. Hazrete: “Efendim cihattayız. Namaz cemaatle olmasa, hatta hatme bile olmasa olur.” denilince kendisi;
“Hayır Cihat ayrıdır, bu vazife ayrıdır. Biz hem cihat ederiz, hem vazifemizi yaparız.” derdi.
o sıralarda bir yerde arkadaşları ile beraber bir top mermisi bulurlar. Onunla uğraşırken mermi patlar ve hazretin bir kolu kopar. Ondan sonra artık tek kolla hayatının sonuna kadar İrşat ve tedrisata devam ederler…
Bu savaşta Hazretin kardeşlerinden Muhammed Said şehit olmuştur. Bu olayda da Hazret’in takındığı tavır çok ilginç olduğundan yazmayı uygun gördük.
Hazretin yeğeni Şeyh Ma’sum anlatıyor: “Savaşın şiddetli günlerinden birinde bir akşam vakti bulunduğum cepheye amcam Said ve bir takım süvariler geldiler. Nereye gideceksiniz? diye sorduğumda amcam: “Müslümanların filan köyüne düşmanın baskın haberini aldık. Oraya varıp. halkı dışarıya çıkaracak ve orayı müdafaa edeceğiz demişti. Bense amcamın düşmandan asla kaçmayacağım bildiğimden ona: “Amca, sen burada kal, orayı müdafaaya ben gideyim.” dedimse de dinlemedi.O soğuk gecede gittiler, yatsı vakti düşman köyü basmış, savaş göğüs göğüse… Nihayet amcam düşmanın kurşun yağmuru altında şehit olur. Arkadaşları cesedini oradan kaçırırlar. Sabah erkenden şehadet haberini aldım. Ben ve birkaç arkadaş hızla oraya giderken bir yandan da amcam Hazret’e haber yolladım. Artık güneş iyice yükselmişti. Amcam ve birkaç adamı uzaktan göründü. Onları karşıladım. Amcam; “Ma’sum, Muhammed Said şehit mi oldu? Evet dedim, “Önden mi arkadan mı vuruldu?” önden, cevabını verince sevindiler ve cesedin üzerine giderek baktılar ki, tüm kurşunlar önden, o anda Allah’a (CC) hamdolsun demek ki, kardeşim düşmandan kaçmayıp hakiki şehittir ve seydazadeler bir şehit verdikleri için Allah’a (CC) şükürler olsun.” diyerek bizi teselli ettiler.
Norşin’de o kadar mükemmel bir islami hayat tesis ettirmişlerdi ki, herkes onlara hayran… Üstad Bediüzzaman Risalei Nur’ da İslam medeniyeti ile Batı medeniyetini ve medeni Mü’min ile medeni Kafir’in Suret ve siret, Zahir ve batın farklarını adeta körlere bile gösterecek bir şekilde gayet mükemmel olarak anlatarak, İslam medeni anlayışına örnek, Norşin’i gösterir. Ve der ki, “Eğer istersen hayalinle Norşin Karyesindeki (köyündeki) Seydanın meclisine git, bak. Orada fukara kıyafetinde melekler, padişahlar ve insan elbisesinde melaikeleri bir sohbeti kudsiyyede göreceksin. Sonra Parise git. Göreceksin ki akrepler insan suretinde ifritler adem suretim almış.”
Şeyh Muhammed Diyauddin Hz. kabri, babsı ve mürşidi olan Seyyid Abdurrahman-i Tahi Hz. ‘lerinin kabri ile yanyanadır.
(Arapça mesnevii Nuriye, Hubab risalesi. Türkçe Mesnevii Nuriyeden bu ifade çıkarılmıştır.)
Hazret yedi yıl kadar Garzan’da kalır, bu zaman sonunda oradan çıkmak ister. Bütün Garzan ayakta… “Bizi bırakıp nereye gideceksiniz?” Hazret: “Herhalde vefatımız yaklaştı. İsterim ki, babamın yanında vefat edeyim ve orada gömüleyim.” der ve giderler. Çok kısa bir müddet sonra da bir cuma günü sabah namazından sonra altmış yedi yıllık dünya hayatına veda ederler. Tarih hicri 1342’yi gösterir…