Keramet ne demektir?
Keramet, salih mümin ve veliler elinde, Allah’ın izniyle meydana gelen olağanüstü ve Allah’ın doğa üzerine koyduğu genel geçer kurallara (adetullah) aykırı olarak cereyan etmiş olaylardır. Bir insan için havada uçmak, suda yürümek veya kalpten geçeni Allah’ın izniyle bilmek gibi. Mucize ve kerametleri yapan/yaratan nebi veya veli değil, Cenab-ı Allah’tır.
Ehl-i sünnet itikadımıza göre evliyanın kerameti haktır ve Allah’ın izniyle gerçekleşmektedir. Nitekim Hz Meryem’in Allah’ın fazlından rızıklanması ve Süleyman (as) ümmetinden Asıf b. Berhiyya’nın Belkıs’ın tahtını bir anda çok uzak mesafeden Süleyman (as)’ın huzuruna getirmesi Kur’an-ı Kerim ile sabittir.
Sahabe-i kiramdan Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Halid b. Velid gibi zatların meşhur kerametleri de misal olarak daha geniş kitaplarda anlatılmaktadır. Tasavvuf ve ibret kitaplarında inkârı mümkün olmayacak derecede sayısız evliya kerametlerinden bahsedilmektedir.
Bir velinin kerameti bağlı bulunduğu peygamberin mucizesi sayılır. Bu itibarla zamanımızda hasıl olan kerametler aynı zamanda Hz. Peygamber (sav)’in mucizesi kabul edilebilir. Zira keramet olabilmesi için veli olması, veli olması için de Hz. Peygamber (sav)’e bağlı olması gerekmektedir. Fakat evliya olabilmek için illa keramet göstermek şart değildir. Yani kerametsiz biri de evliya olabilir.
Ayrıca olağanüstü haller fasıklarda veya hiç Müslüman olmayanlarda bile görülebilir. Hint yogileri, Budist rahipleri gibi. O zaman “istidrac” adını alır (Allah muhafaza eylesin). İstidrâc; doğru yol üzere olmayan bir takım insanlardan çıkan bazı hârukülade olaylardır.
29 (Müslim: 3304, Ebu Davud: 3157)
Bunlar şeytan’ın kendilerine oynadığı bir takım oyunlarla aldanıp kendilerinin olağan üstü şeyler yaptıklarına ve de doğru yolda olduklarına inanırlar.
Halbuki bu olağan üstü haller onların sapıklıklarını arttırır. Tasavvuf yolunda belli bir mesafe kateden bazı kardeşlerimizde de bazı haller görülebilmektedir. Bazı kişiler bu halleri sebebiyle artık kendilerinin belli bir yere ulaştığı fikrine kapılıp “artık ben oldum” diye düşünüyorlar. Bu noktadan sonra ise kendisinden Allah’ın birer lütfu olan kerametler değil, şeytan’ın oyunları olan istidraclar zuhur etmeye başlıyor. Ancak kişi bunları iyi halinin birer delili olarak keramet olduğuna inanmaya devam ediyor.
Sonunda ise iyice şeytan’ın maskarası olup hem kendini hem diğer sofi kardeşlerini yoldan çıkarabiliyor. Bunun canlı örneklerine bizzat pek çok sefer şahit olmuşuzdur. Bu noktada müridlerin yapması gereken şey, tüm hallerini mürşidine aktarmaları kendi kendilerine başka manalar verip yorum yapmamalarıdır. Allah bizi bu hallerden ve bu hallere sahip insanlardan uzak etsin (Amin).
O halde keramet bir büyüklük veya velilik ölçüsü değildir. “Velayetin fermanı ancak zikirdir” denilmiştir. Ehlullah keramete hiç önem vermemiş, hatta bazıları kerametsiz evliyayı daha üstün görmüştür.
Zira haller ve keşifler zapt edilemediğinde veya yeterli ilmi donanım bulunmadığında tehlikeli olabilir. Çoğu kere rahmani başlayan haller daha sonra Şeytanın tuzaklarına dönüşebilir.
Kerametsiz veli ise bu yönden daha güvendedir. Bu konuda göz ardı edilmemesi gereken çok önemli bir noktaya temas etmek gerekir:
“Velilerin elbette kerametleri vardır. Fakat onların bizlerden asıl farkı, daha fazla ibadet etmeleri, Allah’tan daha ziyade korkmaları, haramdan daha fazla sakınmaları ve ahlak-ı Muhammediyye’ye sahip olmalarıdır.”