Kuran ve Sünnet’te tasavvuf var mıdır?

 

Akaid, kelime olarak Kuran-ı Kerim’de geçmez ama Kuran’ın belki de üçte biri akaid ilmiyle (inanç esaslarıyla ilgilenen bilim dalı) ilgilidir ve hiç kimse akaid ilmini inkar edemez.
Tasavvuf da, bilfiil geçmemesine rağmen, Kuran ve Sünnet tasavvuf ilminin muhtevasıyla doludur.
Birkaç misal:
“Bir kötülüğe uğradığınızda onun cezası (şer’an) aynı misliyledir. Ama kim affeder, ıslah ederse ecri Allah’a aittir.” (3) Affedebilmek, nefsini affa alıştırmak kalbin terbiyesiyle alakalıdır. Bu ve benzeri ayetler, haksızlığa uğrayan bir kişinin kanunen öcünü alma hakkı varken affedip intikamdan vazgeçmesini övmekte, ıslahın daha güzel olduğunu bildirmekte ve daha güzele teşvik etmektedir.
Kısas şeriat ise, affetmek tasavvuftur.
“O takva sahipleri ki bollukta da darlıkta da infak ederler, öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da iyilikte bulunanları sever.” (4) Öfkeye herkes sahip çıkamaz, bir terbiye sürecini gerektirir.
1 (Müstedrek: 4221, Beyheki: 20571, Buhari/ Edebil müfred: 273)
2 (Şems: 7-10)
3 (Şûrâ: 40)
4 (Ali İmran: 134)
Ey iman edenler! Sizden kim dinden dönerse (bilsin ki) sonrasında Allah, sevdiği ve onların da Allah’ı sevdiği, müminlere karşı mütevazı, kafirlere ise izzetli bir kavim getirecektir.” (5)
Allah’ı, peygamberi ve müminleri sevmek, müminlere merhametli ve mütevazı olmak gereklidir ve bu muhabbeti elde etme yolunda çaba sarf etmelidir ki bu da tasavvuftur.
“Sizin dostunuz ancak Allah’tır, rasulüdür ve namazı ikame eden, zekatı veren müminlerdir.” (6) Tasavvuf Allah’a, resulüne ve müminlere dost olma yoludur.
“…Onlar, kendilerinde şiddetle ihtiyaç bulunmasına
rağmen (başkalarını) kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendisidir.” (7)
Kendi ihtiyacı varken başkasını kendine tercih etmeğe ‘îsar’ denilir ki bunun en güzel örneğini sahabe efendilerimiz sergilemişlerdir.
Cimrilik ise kalbî marazlardan olup ancak tasavvufi eğitim ve alıştırmalar ile tedavi edilebilir.
“(Ya Rabbi) kalbimizde iman edenlere dair bir kin bırakma (derler)” (8)
Allah (cc) kalbimizi müminlere zıt gitmekten, onlara haset veya düşmanlık beslemekten muhafaza eylesin.
    Kalbin kasvetten kurtulması için çalışmalı, hilim ile müzeyyen olmalıdır (yumuşak huy ile süslenilmelidir).
Hadis-i şerif’te;
“halim neredeyse , nebi olacak” buyrulmuştur. (10)
“O gün ne mal ne de evlat fayda vermez. Ancak Allah’a arınmış bir kalple varan müstesna…” (11)
Bu ve benzeri ayetlerde övülen ahlaka sahip olabilmek bir nefsî mücahedeyi gerektirmektedir ki tasavvuftan anladığımız zaten bu eğitim ve nefis terbiyesi sürecidir.
“Hasetleşmeyin, birbirinize sırt çevirmeyin, küs durmayın; Ey Allah’ın kulları, kardeş olun.” (12)
5 (Maide: 54)
6 (Maide: 56)
7 (Haşr: 9)
8 (Haşr: 10)
9 (Ali İmran: 159)
10 (Taberani/ Mucemul Evsat: 6173, Beyheki: 2285)
11 (Şuara: 88)
12 (Buhari: 5726, Müslim: 2559)
Peygamberimiz (sav)’in yaşantısına baktığımızda onun hayatının her yönüyle tasavvuf ile donanmış olduğunu göreceğiz. Efendimiz (sav) insanlığa “güzel ahlak nümunesi olarak gönderilmiştir. Zaten tasavvufun en sade tarifi güzel ahlak değil midir? “Ey Enes! Kalbinde
kimseye karşı kötülük beslemeden sabahlamaya ve akşamlamaya gücün yeterse bunu yap. Zira bu benim sünnetimdir…” (13)
“Kalbinde hardal tanesi kadar kibir bulunan (cezasını çekmeden) cennete giremez” (14)
Birçok ayet-i celile de, öfkeyi yutmayı, insanları affetmeyi, herkese iyi davranmayı ve tatlı dilli olmayı emretmiştir. Bütün bunlar tasavvuf ilmi dairesindedir.
Meşhur ‘Cibril Hadisi’ni hatırlayalım. (15) Cebrail (as), Peygamber (sav)’e insan suretinde gelerek ‘iman, islam ve ihsan’ın ne olduklarını sormuş ve Efendimiz (sav) cevaplarını beyan etmişti. İhsan hakkında: ‘İhsan; Allah’ı görüyormuş gibi ibadet etmendir. Nitekim sen onu görmesen de o seni görmektedir’ buyurmuş, murakabeyi öğretmişti.
Daha sonra gelenin Cebrail olduğunu ve dini öğretmek için geldiğini bildirmişti. Demek ki din sadece iman ve islamı değil, aynı zamanda ihsanı da içermektedir. Dinin iman kısmıyla akaid ilmi, İslam kısmıyla fıkıh ilmi,
ihsan kısmıyla ise tasavvuf ilmi ilgilenmektedir.
  İmam Kuşeyri der ki: “Bir zamanlar tasavvufun ismi yoktu, ama etraf sufilerle doluydu (sahabe ve tabiin dönemi). Şimdi ise tasavvufun ismi var ama kendi yok.”
Tasavvuf ilk zamanlarda zühd hayatı şeklinde tezahür etmiş, hicri 2. asırda ismen belirmeye başlamış ancak hicri 3. yy’da sistemli bir ilim olarak teşekkül etmiştir. Bu ilimle uğraşana ‘sufi’ denilmiştir. İlk defa bu lakapla anılan Ebu Haşim El- Kufi’dir. (Ebu Haşim Es-Sufi)