Hakikat de, tarikat ehli arasındaki muhabbet, sırf Allah rızası için olup, kesinlikle hiçbir dünyevi maksad için değildir.
Müridi şeyhine bağlayan rabıta, işte Allah rızası için olan bu samimi muhabbetin ta kendisidir. Çünkü mürşid, müridin Allah yoluna yönelmesine vesiledir, nice isyankar sadatımızın (k.s.a.) nefesinin bereketiyle Allah ‘a yönelmişlerdir. Nice açıkça günah işleyen fasıklar onların söz ve sohbetleriyle itaatkar ve salih insanlardan olmuşlardır. Nice nice hevasına tabi olmuş kibirliler, onların mübarek nazarlarıyla mütevazi hale gelmişlerdir. İşte, bütün bunların sebebi, mürid ve mürşid arasın da ki muhabbetin ağır basmasıdır. Bu muhabbet sebebiyle mürid nefsinin hevasını (isteklerini) terk eder ve mürşidinin isteklerine uyar. En kıza zamanda taat ve takva ehli olur. El-Hamdu lillah Allah ‘ın (c.c.) fazlı ile ben bunları hem kendi ,hem de başkaları üzerinde tecrübe ettim. Sözümüze Allah (c.c.) şahiddir. O bize ve ne güzel vekildir.
Büyük üstad Allame Şeyh Hüseyin el Halidi )k.s.) er-Rahmetü’l-Habita adlı kitabında rabıta hakkında hoş bir açıklama yapmıştır. Burada onun ibaresinin kısa bir bölümünü aktarmayı uygun gördüm.
Üstad şöyle düyor:
“Rabita, muhabbet vechi üzere kalbi bir şeye bağlamaktır. Bu, ba’zen övülen, ba’zen zemmedilen ve ba’zen de mübah olan bir bağdır. Çünkü bu sevgi bağı ya emredilir,ya emredilmez.
Şayet emrediliyorsa, öğülendir (Allah ve Peygamberini sevmek ve onun yoluna yaklaştıran şeyleri sevmek gibi…)
Emredilmiyorsa ya yasaklanıyordur, ya da yasaklanmıyordur. Şayet yasaklanıyorsa, u zemmedilir (haramları ve mekruhları sevmek gibi… Mekruhlardan dolayı azab terettüb etmezse de itab yani azarlama vardır.
Şayet yasaklanmıyorsa, bu mübahtır (insanın fıtri olarak evladını, akrabasını sevmesi gibi…)
Bu taksim, beş hükmü şamildir. Öğülenler, vacib veya mendub; zemmedilenler haram veya mekruhdur. Mübah zaten ma’lümdur”.
Buradaki yasaklanmıyorsa sözü üzerine biraz duralım.
Her insanın kalbi mutlaka bir şeylere bağlıdır. Şayet münkir (rabıtayı inkar eden kişi) biraz (gafletden) uyansa , inkar ettiğiyle yaptığının aynı şey olduğunu görecek. Hem yapıyor, hem de yok diyor. İnkar edilemez ki, Allah ‘a karşı bu kötü bir edeptir.
Yine biraz aklını başına toplasa, bu çok şiddetli gafletinden ötürü, bilmeden onu helake götüren bu beladan kurtulmanın kesinlikle lazım olduğunu da bilecek.
Bunu şöyle açıklayalım.
O ( münkir) namaza durup tekbir aldığından aklına bir sürü fikir ve evhamları getiriyor. Rabbinden yüz çevirip, kendini unutuyor.
وَلَا تَكُونُوا كَالَّذِينَ نَسُوا اللَّهَ فَأَنسَاهُمْ أَنفُسَهُمْ أُوْلَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ
“Onlar, Allah ‘ı unuttular. Allah da onlara kendilerini unutturdu .“
( Haşr,19 )
Ya arsasını, ya mülkünü , ya işini, ya ailesini veya çeşit çeşit mes’eleleri düşünüyor. Namaz boyunca bunlarla meşgul oluyor.Oysa Şeytan onu namazdan boş bir şekilde çıkartmak için bunları onların kalbine atıyor. Fatiha okurken “Yalnız sana ibadet ederiz”diyor. Fakat böyle derken zihnindeki ma’buduna veya gözünün önünde rabıta yaptığı şeye yöneliyor. Selam verinceye dek böyle devam ediyor. Selamı verir vermez de rabıtayı inkara başlıyor. Oysa o inkar ettiği rabıtayı, onun içinde bulunduğu gafletten kurtulup, namazlarında Allah ‘a yönelmek ve huzurlu bir kalple O’nu zikretmek için belirli bir vakitte arif olan alimlerin yaptıklarını bilmiyor.