Huzur-i Rabıta:
Mürid, şeyhinin huzurunda şu şekilde rabıta yapar:
Şeyhin huzurunda mürid kendini,tahtına oturmuş cömert bir sultanın karşısında duran fakir gibi düşünür. Sanki onun kalbi dilenci kesesi gibidir. Onu açar ve bizzat şeyhinin önüne koyar, haline değil… Çünkü o, hazırdır, hayale ihtiyaç yoktur; ve şeyhinin vereceği şeyleri bekler. Şayet o anda müride mahv, şuhud, kalbi ızdırab veya bunlara benzer bir nevi hal arız olursa-nefis karışacağından korkmadığı sürece- daha fazlasını taleb etsin. Şayet nefsi karışmasından korkarsa, bu hal ile iktifa etsin.
Eğer hiç bir hal vaki olmazsa, bilsin ki; en büyük fayda istimdad istemektir. Şeyh cimri de değildir aciz de….Fakat her şey belirli bir vakte dek rehindir. Bununla beraber mümkündür ki bu istimdad sebebiyle o müride, (faziletli ve büyük insanların özelliği olan) muhabbet hasıl olabilir.
Şayet müridin nefsi bununla ikna olmazsa ve menfaat görmesinin imkansız ve haram olduğunu düşünürse, kusuru kendi nefsinden bilsin ve nefsinden de , amellerinden de kemalatından da beri olsun ( hiç bir şeyi görmesin). Onun hakkındaki ezeli yardım ve inayete baksın. Yüce isteklerini sırf Cenab-ı Mevla ‘nın (c.c.) fazlından ve kendi kabiliyyetine bakmazsızın sırf şeyhinin himmetinden istesin. İsteklerinin husulünden de ümidini kesmesin. Çünkü Allah (c.c.) her şeye kadirdir. Üstad ise Allah ile kul arasında vasıta olmaya yakışır ve layıktır.
Nerede ümit kesmek, nerede imkansızlık, nerede hirman? Zira Rabbu’l Alemin (c.c.) buyurmuştur ki:
وَالَّذِينَ جَاهَدُوا فِينَا لَنَهْدِيَنَّهُمْ سُبُلَنَا وَإِنَّ اللَّهَ لَمَعَ الْمُحْسِنِينَ
“ Bizim yolumuzda cihad edenleri elbette yolumuza eriştiririz. Allah , mutlaka iyilerle beraberdir.”
( Ankedut, 69)
Yine buyuruyor ki:
وَمَنْ أَرَادَ الآخِرَةَ وَسَعَى لَهَا سَعْيَهَا وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَأُولَئِكَ كَانَ سَعْيُهُم مَّشْكُورًا
“ Kim de ahireti diler ve mü’min olarak ona (ahirete) yaraşır bir çaba ile çalışırsa; işte bunların çalışmaları makbuldür.”
( İsra , 19)
Gıyabı Rabıta:
Hatme okurken yapılan rabıtadır. Mürid, üstadının huzurunda olduğunu düşünür ve hatme başlamadan evvel vukuf-u kalbi ve huzur-u kalb için ondan yardım ister. Hatme kıraati bitip dua başladığında ise, adları okunan Sadat-ı Kiram’ın ervahının (ruhaniyyetlerinin) muhabbet , ma’rifet, sabır , eziyetlere tahammül, dünyayı terk v.s. yüce mertebelerine layık bazı ma’nevi hediyelerle geldiklerine yakınen inanmalıdır ve bilmelidir ki; bu hediyeleri dağıtan kişi bizzat şeyhidir. Çünkü o hatmenin okunması sebep olan, şeyhidir. Hatme okunması da bu çeşitli faydalara kavuşmak içindir. Durum böyle olunca (yani madem ki bizzat üstad o hediyeleri dağıtıyor) o halde bu gelmiş hediyeleri talep etmelidir.
Akşam Rabıtası :
Akşam namazı ile yatsı namazı arasında ve gözler kapalı olduğu halde başka zamanlarda yapılan rabıta, “suveri” ve “ma’nevi” olmak üzere iki kısma ayrılır.
a-Suveri Rabıta
şeyhin mübarek yüzünü gözünün önüne getirmektir. Şeyhinin yüzünü Ay’ın on dördündeki dolunay gibi parladığını, bir ışık şeklinde feyizlerin ondan gelip, kendi kalbine aktığını ve o nurun bütün vücuduna yayıldığını düşünmektir.
Rabıtadan fayda gören bazı şahıslar , şeyhinin suretinin başı üzerinde olduğunu ve diğer cesedinin kendisinin bir elbise gibi örttüğünü görüp, ışığın, şeyhin alnından çıkıp, kendi kalbine girdiğini ve diğer letaiflerine, daha sonra da tüm bedenine dağıldığını düşünür.
Kalbe havatır (yani vesvese ve kötü fikirler) geldiği zaman veya kalbi sıkıştıran ve zikirden meneden bir acziyet arız olduğunda yahut müridin gözünde şeyhin azamet ve heybeti kaybolduğunda bu (ikinci) türlü rabıta çok faydalıdır.
Bazen rabıta, sereyan şeklinde olur. Yani sanki üstad, müridin bütün bedenine sirayet etmiş gibi müridin, kendisini şeyhinin zarfı ve rabıtanın mekanı olarak görmesi şeklindedir.
Bazen ise mürid. Kendisini yok bilip, kendisini üstadın ta kendisi olarak ve onunla bir bütün olarak görür.
Bu son iki şekil rabıta, mahv tabiatlı kişilerde mub-habbet çokluğundan meydana gelir.
b-Ma’nevi Rabıta :
Suretten, nuraniyetten ve insan duyu organlarının idrakinden mücerred (soyutlanmış) olarak büyük bir keyfiyet görmektir. Bu , sırf kalbin idrak ettiği bir ma’nevi ibadettir.
Ma’nevi rabıta çeşitlerinden biri de, üstadın kemalatının müride zahir olmasıdır.
Mürid her şeyde şeyinin tasarrufunu görür. Emir veya yasak olan şeyhinin sözlerini hatırlar ve emirlerini yapıp, yasaklardan kaçmaya çalışır.
Çoğu zaman üstadını, onun evlatlarını, sofilerini, evini ve köyünü hatırlayıp muhabbetle, esef ve üzüntüyle, ayrılık hasretiyle ve kavuşma arzusuyla kalbi yanarak onu düşünür. Bunlar dahi ma’nevi rabıta nevilerindendir.
Rabıta-i suverinin neticesi muhabbet, rabıta-i ma’nevinin neticesi ise ihlas’dır.
Bazen suveri ve ma’nevi rabıta birleştirilir. Şöyle ki;
Büyük bir ma’na içeren bir suret düşünmek. Mesela şeyhinin suretini. Ay gibi parlak bir şekilde azametli olarak düşünmek gibi….
Ma’nevi rabıtanın çeşidi de müridin, yolda yürürken, yemek yerken ve günahla karşı karşıya geldiğinde üstadının kendisinin yanında görmesidir.
Helaya girerken şeyhinin cihetine riayet etmeli ve oraya doğru yönelmemelidir. Kıble ciheti hakkındaki hükümleri, onun hakkında da uygulamalıdır. Uyku anında ayaklarını onun cihetine doğru uzatmamalı, otururken sırtını onun tarafına dönmemelidir. Aralarında uzak mesafe dahi olsa onun cihetine doğru tükürmelidir.
Rabıtanın mühim olduğu zamanlardan biri de uyku zamanıdır. Sofi yatarken ve kalkarken şeyhini baş ucunda hazır düşünür. Namaza başlamadan , alimlerle ve şeyhiyle otururken , sohbet ederken hep şeyhini yanıbaşın da düşünür. Ta ki hiç birinden etkilenip ihlas ve muhabbeti eksilmesin…
Bütün bu rabıta nevilerinden maksat ; hakikatte Cenab-ı Mevla ‘dır (c.c.). Çünkü mürşid , vasıta ve vesiledir. Maksud olan Allah ‘dır (c.c.) . Fakat huzur ve zikir çoğu kere işin başında hasıl olmadığı için , müride rabıta emrediliyor. Ta ki bu rabıta sebebiyle huzur-u zata ve zikr-i daimi’ya ulaşsın.
Demek ki rabıta “vesile”dir. Cenab-ı Mevla ‘yı (c.c.) devamlı zikretmek suretiyle huzur halinde olmak , asıl maksuddur. Allah (c.c.) her şeyi en iyi bilendir.
Efendimiz, senedimiz ve en büyük vesilemiz olan Hz. Muhammed ‘e (s.a.v.) , O’nun Al’ine, Ashab’ına ve kıyamete dek ona tabi olanlara salat ve selam olsun.
Ve!lhamdu lillahi Rabbi’l-alemin.