(Bu kısım Şeyh Yahya El- Abbasi (ks)’nin Mevlid kandili sohbetinden alınmıştır.)

Aziz ve değerli ve muhterem kardeşlerim,

Malumunuz olduğu gibi bu gece mübarek Mevlid Kandilidir. Cenab-ı Mevla (CC), bu mübarek geceyi bütün Müslümanlara hayra vesile eylesin ve insanlık alemine de sulha, barışa vesile eylesin. Cenab-ı Mevla bizlerin de gafletten uyanışına vesile eylesin.

Çok muhterem kardeşlerim,

Dünyada emsali bulunmayan bir gece. Çünkü Hazreti Muhammed Mustafa (SAV) emsali olmayan bir insan. Yani bütün kainatın Efendisi. İnsler, cinler, melekler hepsi O’nun hizmetçisi. Onun için O’nun doğum gecesi de ona göre büyük bir gecedir. Çok muhterem çok  faziletli bir gecedir.

Değerli kardeşlerim,

Gece münasebetiyle Hazreti Peygamber Efendimiz (SAV)’ in doğuşundan taa Peygamberliğine kadar ve ahlakından bir nebze bahsedeceğiz inşaallah.

Hz Peygamber (sav)’in hayatı 

Peygamber Efendimiz (SAV), miladi 570 veya 571 yılında, 20 Nisan tarihinde, Fil hadisesinin olduğu senede Mekke-i Mükerreme’ de Şa’b-ı beni Haşim denilen yerde, Pazartesi günü sabahına doğru dünyaya şeref vermiştir.

hzmuhammedsav1


Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (sav)’in doğduğu ev şuan kütüphane olarak kullanılmaktadır.

Muhterem kardeşlerim,

Peygamber Efendimiz (SAV)’in dünyaya şeref vermesiyle dünya hem zahiren hem batınen, hem madden hem ma’nen nura gark olmuştur.

Annemiz Amine (RA) anlatıyor:

“Resulullah (SAV)’i doğurduğum zaman O’nunla birlikte büyük bir nur parçası yayıldı. Öyle yayıldı ki Şam’ın köşkleri bana göründü.”

Doğumu ve Olağanüstü olaylar 

Peygamber Efendimiz (SAV) doğduğu anda ‘İrhas’ denilen olağanüstü hadiseler oldu. İrhas demek; Peygamberlere mahsus fakat Peygamberliğinden önce görülen harikul-ade olaylardır.

O gecede İran kralı Kisra’nın köşkünün 14 şerefesi yıkıldı. Bunun alameti yani ‘Bu sondur, daha buradaki saltanat son bulacaktır, artık o saltanat daha yaşamayacaktır’. İran o zaman ateşperest idi. 1000 seneye yakın sönmeyen ateşi, daima yakılan ve ona ibadet edilen ateş o gece sönmüştür. Allah’ın emriyle o gece aniden söndü. Sanki öteden büyük bir su, sel üzerine düştü, sonra da ondan birşey kalmadı.

‘Save’ bir göldü, etrafında hep kiliseler vardı, putlar vardı. O göl gece, Allah’ın emriyle suyu tamamiyle kurudu, hiç içinde bir damla su kalmadı. Peygamber Efendimiz (SAV)’in doğum gecesinde bu olağanüstü haller meydana gelmiş, yeryüzündeki bütün putlar aniden alt-üst olmuştur.

Şeytanlar (Aleyhimullanet) daha evvel göğe çıkıp, melekleri dinleyip gelip kahinlere haber veriyorlardı. Resulullah (SAV)’in doğmasıyla şeytanlar gökten men edildi. Gitse de hemen arkasından bir ateş onlara atılıyor. Bütün bunlar Peygamber Efendimiz (SAV)’in dünyaya şeref vermesiyle meydana geldi.

Hazreti Resulullah (SAV), annesinden doğduğu an, sünnetli ve göbeği kesilmiş bir şekilde dünyaya geldi. Hala memleketimizde öyle meşhurdur. Böyle sünnetli doğan çocuklara ‘sünnet-Nebi’ diyorlar. Yani Peygamber Efendimiz (SAV) gibi: Sünnet Nebi.

Değerli kardeşlerim,

Malumunuz olduğu gibi, Peygamber Efendimiz (SAV) daha anne rahmindeyken, babası dünyayı değiştirmiştir. Peygamber Efendimiz (SAV)’in doğumu için bir yerden bir yere giderken Medine-i Münevvere’de vefat etmiş ve orada defn edilmiş.

Dedesi Abdulmuttalib, o zaman hayatta idi. Annemiz Âmine çocuğu doğduktan sonra, dedesine müjde veriyor (vefat eden oğluna Allahu Teala bir oğlan verdi diye). O da gelip bunu Kâbe’ye götürüyor. Kâbe’de buna dua ediyor, bol bol dua ediyor ve adını ‘Muhammed’ koyuyor. Hâlbuki o anda ‘Muhammed’ diye bir ad yok idi, meşhur değildi. Ona soruyorlar diyorlar ki:

“Bu ‘Muhammed’ adı ne senin soyunda var, ne annenin soyunda var, ne için ‘Muhammed’ koydun?”

O diyor ki:

“ ‘Muhammed’ demek, ‘Hamd edilecek, medh edilecek kişi’ anlamına geliyor. Ben Allah’tan umarım ki hem yerde hem gökde buna hamdedilsin, bu övülsün medhedilsin.”

Tabi Abdulmuttalib de büyük bir feraset sahibi, büyük bir feraset sahibi. Abdulmuttalib yine Peygamber Efendimiz (SAV)’den tabi daha çok evvel, ona da olaylar olmuş, o da yine Resulullah (SAV) in o soydan geleceğine işaret idi.


Süt anne günleri 

Mekke-i Mükerreme çok sıcak olduğu için orada doğan çocukları yaylaya gönderiyorlardı. Yaylaya gönderip hem daha güzel bir hayat yaşasın diye, güzel bir havada, serin temiz bir havada yaşasın hem de daha Arapça’yı iyice öğrensin diye… Malum şehirlerde yabancı dil karışıyor. Ama yaylalarda asıl neyse o kalıyor.

Bu arada Peygamber Efendimiz (SAV)’in sütannesi olan Halime’yi dinleyelim.

Halime-i Sa’diye. Halime, Sa’diye kabilesindendir. Halime şöyle anlatıyor (Bunda da tabi birçok ibretler, hayretler var):

“O sene bizim memleketimizde, diyarımızda kıtlık vardı. Ot yoktu, yağmur yoktu. Biz hep perişandık. Hep açtık. Ben de arkadaşlarımla beraber Mekkeye geldim. Hepimiz kendimize bir çocuğu alacaktık. Bir çocuk. Ben gittim Hazreti Muhammed’in yanına, O’nu alacağım kendime fakat bana dediler ki: ‘Bu yetimdir.’

Ben dedim ki: ‘Yetim ise ne edeceğim ne yapacağım buna? Yetim ise bana lazım değil. Babası olsa idi bana yardım ederdi. Babası yok kim bana yardım eder?’ Almadım. Beyime de söyledim. O’na da dedim. O da dedi: ‘Biz yetime ne yapacağız ne edeceğiz?’.

“Biz gelirken beraberimde emzirdiğim küçük bir oğlum vardı. Bir de af buyurun bir merkebimiz vardı. Bir de beraberimizde süt içeceğimiz yaşlı bir hayvanımız vardı. (Artık hayvan inek olabilir) Onunla beraber getirdiği sütü içiyorduk.” Malum o zaman çok kıtlık, böyle herkeste ekmek bulunmuyordu. Süt ile iktifa ederlerdi.

“Fakat kıtlık olduğu için ne hayvanda süt vardı, ne mememde süt vardı. Ben süt içemeyince süt de veremiyorum. Oğlum da hep ağlıyordu, biz gece uyumuyorduk. Bineğimiz de (Af buyurun) topal idi. Hep geride kalırdı. Hep böyle gelirken geride kalırdı. Biz Mekke’de kaldık, bir gece kaldık, benim mememde bir damla süt yok. Oğlum da o gece ağlaya ağlaya hiç gözümüzü kapatmadık. Birşey yok ki içsin. Olmayınca o da ağlamaktan başka çare bulmuyor. Biz de uyumadık.”

“Neyse herkes kendi eşyasını aldı, artık yola çıkacaklar. Ben beyime dedim ki: ‘Şimdi ne olursa olsun biz çocuksuz gitmeyelim, biz de kendimize birisini alalım.’

Dedi: ‘Halime! İstersen o yetim çocuğu yanımıza alalım. Belki Allah onu bereket kılar bize.”

“Dedim: ‘Valla sen bilirsin. Haydi gidip alalım.’ Beraber gittik. Onu aldık. Fakat almamızın sebebi de başka bulamadığımız için. Değil ki ona aşıktım, başkasını bulamadığımız için. Vallahi ben aldım getirdim, yerimize vardık, ben onu eteğime koydum, mememi ağzına almasıyla baktım ki memem sütle dolmuş. Ondan sonra sütü bol bol içti. Sonra bıraktı, kardeşine de süt emzirdim. O da bol bol içti. Beyim dedi:

‘Vallahi bu çocuğun bereketi var. Biz bundan çok bereket alırız. Herhalde Allahu Teala bize bunu nasib etti, bereket alırız’ ”

“Ondan sonra o gece, çok güzel yattık. O hayvanımıza baktık, onun da memesi doldu. Biz de bol bol süt içtik. Ondan sonra rahat rahat uyuduk. Hülasa sabah oldu. Arkadaşlar bana dedi ki: ‘Herhalde sen bereketli bir çocuk almışsın. Bu gece siz bol bol uyudunuz. Hiç çocuğun ağlamadı.’ Dedim: ‘Vallahi inşaallah bereketlidir.’

“Yola çıkınca arkadaşlar hep geride kaldı. Bana dediler ki: ‘Halime! Gelirken hep geride kalıyordun şimdi hep biz geride kaldık. Ne oldu sana?’ Dedim: ‘Vallahi bilmiyorum. Biz şimdi hep biniyoruz merkep gidiyor hiç durmuyor.’ ”

“Hülasa memleketimize geldik, Allah’a yemin ederim hiçbir arazide bizim arazi gibi kıtlık yoktu. Fakat bizim keçiler, koyunlar sabahleyin gidiyor akşamleyin böyle tok olarak geliyor, hepsinin karnı dolu, memeleri süt dolu. Başkaları hep aç geliyor ve memelerinde de bir damla süt yok. Sonra birbirlerine kızıyorlar. ‘Yahu bunların koyunları nereye gidiyorsa siz oraya götürün. Yani sizin gözünüz yok mu onlar nereye gidiyorsa oraya götürün.’ Fakat onlarınkinde yok bizimkinde var.”

“Böylece biz çocuktan çok bereket gördük. Artık öyle oldu ki bizim koyunlar hem bol bol yiyor, hem de bol bol bize süt veriyor. Sütümüz bol, maişetimiz bolluk, herşeyimiz bolluk oldu, bereket oldu bize. Peygamber Efendimiz’e gelince çocuklar gibi değil, yani maaşallah iyi büyüyor. Yani 2 yaşına geldi fakat 2 yaşında gibi değil, 4 yaşında bir çocuk gibi oldu.”

2 yaş bitince yani emzirme zamanı bitince çocukları analarına babalarına teslim ediyorlar.

“Onu götürdük fakat annelerinden rica ettik. ‘Bu çocuğu bizden almayın. Yine bizde kalsın. Bu çocuğu beraberimizde götürelim.’ Neyse rica ettik yalvardık.

‘Tamam sizle gelsin’ dedi. Ondan sonra geldik.”