Continued from: Hz. Muhammed Mustafa (SAV) (571-632)

İlk ameliyat 

Peygamber Efendimiz (SAV), o sütkardeşi ile birlikte kuzuları otlatmaya gidiyorlar. Otlatmaya giderken Cebrail(AS) gelip Peygamber Efendimiz’i alıyor (SAV), götürüyor. Götürürken mübarek göğsü yarıp ve kalbi çıkarıp, kalbi ameliyat ediyor. Peygamber Efendimiz (SAV), 3 veya 4 sefer ameliyat geçirmiş, Cebrail (AS) tarafından. Bu ilk seferdir. Bunun sebebi de kalbi ilimle dolduruyor, hikmetle dolduruyor ve önünde çok büyük bir şey gelecek, onu alabilsin diye ameliyat ediyor.

Bunu kardeşi görünce, kardeşi hemen annesine kaçıyor. Annesine geliyor. Diyor:

“Anneanne o Mekkeli kardeşimi birisi geldi götürdü, ondan sonra bizden uzaklaştırdı. Acaba ne oldu. Onu daha görmedim. Elinde bıçak vardı, leğen vardı. Acaba o kesti mi ne yaptı bilmiyorum.”

Annesi babası ile birlikte yani sütannesi sütbabası ile birlikte kalkıp gidiyorlar. Bakıyorlar ki Peygamber Efendimiz (SAV) bir ağacın altında oturmuş, rengi de böyle sarı kesilmiş. Ameliyat olunca sarı olmuş. Tabi bunlar vahyi bilmedikleri için, Cebrail’den haberleri olmadığı için “Bu herhalde cinler midir, şeytanlar mıdır? Bunun başına birşey mi gelecek? Biz bu çocuğun annesinden, dedesinden kurtulamayız” diyorlar.

Hemen çocuğu Mekke’ye götürüyorlar. 5 yaşında iken annesine götürüp teslim ediyorlar. Böylece Peygamber Efendimiz (SAV), Sadiye kabilesinde, yaylada 5 sene geçiriyor. Oraya geldikten sonra bir sene annesinin yanında kalıyor. Şefkatli, merhametli Hazreti Amine’nin yanında kalıyor.

Annesinin vefatı 

Bir sene sonra Hazreti Âmine (RA), O’nu Medine-i Münevvere’ye götürüyor. Babası Medine-i Münevvere’de ya medfun orada. Babasının kabrine O’nu götürüyor. Yani çocuğu büyümüş, beraberinde babasının kabrine gidip ziyaret edecekler. Şefkatli, merhametli anne öyle götürüyor.

Beraberinde dedesi Abdulmuttalib var, beraberinde Ümmü Eymen diye bir cariye var. Ümmü Eymen Hazreti Abdullah’tan kalmış bir cariye yani Peygamber Efendimiz (SAV)’in babasından kalmış bir cariye. Burada bir rivayet Abdulmuttalib ile beraber, bir rivayet Abdulmuttalib ile beraber değil. Biz Abdulmuttalib ile beraber değil diyelim.

Peygamber Efendimiz (SAV) 6 yaşında iken annesi Âmine, O’nun babasından kalmış olan Ümmü Eymen cariyesi, bir de Hazreti Resulullah beraber Mekke-i Mükerreme’den Medine-i Münevvere’ye gidiyorlar. Yani babasının mezarının ziyaretine…

Malum uzun yolculuktur. Biliyorsunuz Mekke İle Medine arası 470 kilometre şu anda. O zaman belki daha da uzun olabilirdi. Buraya geliyorlar, burada 1 ay kalıyorlar. Medine-i Münevvere’de Peygamber Efendimiz (SAV)’in dedesi Abdulmuttalib’in dayıları var. O dayılarının evinde 1 ay kalıyorlar.

Dönerken “Ebva” denilen bir köyde anne, Allah’ın rahmetine kavuşuyor. Böylece Peygamber Efendimiz (SAV) annesinden de mahrum, babasından da mahrum. Daha annesinin karnında iken babası vefat ediyor, annesi de 6 yaşında iken O’nunla beraber babasıın mezarına gidiyorlar, orada 1-2 ay kaldıktan sonra dönüşünde “Ebva” denilen yerde vefat ediyor.

Ümmü Eymen şöyle anlatıyor:

“Peygamber Efendimiz (SAV) annesinden ayrılmak istemiyordu. Biz zorla ayırdık.”

Dedesinin himayesinde 

Ümmü Eymen bunu alıyor getirip Mekke-i Mükerreme’ye Hazreti Abdulmuttalib’e teslim ediyor. Annesinden de mahrum, babasından da mahrum işte dedesinin yanında kalıyor. Peygamber Efendimiz (SAV) böylece dedesinin himayesine giriyor.

Abdulmuttalib hem Kureyşlilerin reisi, hem de çok tanınmış bir insan, çok büyük, şerefli bir insan. Abdulmuttalib’in de bir hadisesini söyleyelim.

Mekke-i Mükerremede öteden beri bazı vazifeler var. Mesela Kâbe’nin perdesi, Kâbe’nin kapıcılığı, hacılara bedava su dağıtmak(sigaye), hacılara birgünlük yemek vermek (rifade), bunlar öteden beri Mekke’de meşhur.

Bu su dağıtma meselesi Hz. Abdulmuttalib’ in vazifesi, ona düşmüş. Fakat su çok zor, su bulunmuyor.

Kureyşlilerden evvel orada Curhum kabilesi varmış. Curhum kabilesi çok fuhuşlar yapmışlar ve bunlar oradan ayrılırken altın ve gümüşlerini zemzem kuyusuna gömmüşler ve de üzerini kapatmışlar. Böylece orada su bırakmamışlar. Abdülmuttalip hacılara su verirken çok zorluk çekiyor, çok uzaktan su getiriyor.

Bir gün Abdülmuttalip rüyada iken iki tane melek gelip ona diyorlar ki

“Falan yeri kaz oradan su çıkacak, zemzem suyu oradan çıkacak.”

Uyanıyor, yeri tespit edememiş. Tekrar uyuyor, tekrar rüya görüyor, tekrar gösteriyorlar, tekrar uyanıyor, tekrar yeri tam tespit edemiyor. Üçüncü sefer yine ona söylenince diyor “Bana tam iyi tespit verin.” Onlar diyorlar “Bak orada (malum o zaman camii yokmuş etrafında evler varmış) bir deve kesilmiş, af buyrun devenin bağırsakları filan atılmış, o kan gelen devenin bağırsakları üzerinde oturuyorlar.) Karyenin(?) bulunduğu yeri kazacaksın oradan su çıkacak.” Bu uyanıyor bakıyor hakikaten karye orada artık yeri tam tespit ediyor. ve Abdülmuttalip başlıyor kazmaya. Başlayınca Mekkeliler mani oluyorlar. O “Ben kazacağım” diyor, bunlar “Kazamazsın” arada münakaşa çıkıyor, neyse kazıyor. Mühim olan kazınca Mekke’nin defineleri çıkıyor altın geyik, altın kılıç , para çıkıyor. Abdülmuttalip: “Bunlar Mekke’nin malı, Kabe’ nin malı, benim değil” diyor.

Sonra su çıkıyor. Su çıkınca bunlar gene karışıyorlar. “Su senin değil su hepimizin”. O diyor: “ Su bana kalsın, benim suyumdur, kuyu benim elimde.” Fakat ne kadar ısrar ediyorsa bunlar kabul etmiyorlar.

Nihayet Abdülmuttalib ile bunlar anlaşmak için kahinlere gidiyorlar, bir kahine.. Muhterem kardeşlerim eskiden nasıl ki şimdi mesela âlimlere gidiyorlar, meşayihlere gidiyorlar anlaşmak için. Eskiden kâhinlere gidiyorlardı. Kâhinler bunların arasını sulh yapıyorlar. “Bir kâhine gidelim suç senin midir? Hepimizin midir?”

Yolda giderken Allahtan bunlar susuyorlar. Bir damla su bunlara yok, su hiç bir yerde de bulamıyorlar. Nasılsa hepsi susuzluktan ölecekler. Bir anda bakıyorlar ki Abdülmuttalib’in devesinin ayağında bir su çıkıyor. Bakın Allahın hikmetine Abdülmuttalib’in devesinin hemen ayağının altında bir su çıkıyor, kaynıyor. Bunlar iniyorlar suyu içiyorlar. Diyorlar ki: “Biz artık sana teslim olduk. Sana bu suyu çıkaran Allah, orada da sana su çıkartmıştır.”

O zamanda muhterem kardeşlerim bunlar putlara tapıyorlardı ama yine Allah’ı kabul ediyorlardı. “Yani bizim Rabbimiz bunlar ama bunlardan üstünde Allah vardır. Bunlardan üstün Allah var.” diyorlardı.

“İşte o zaman kâhinlere gitmeye gerek yok, bunu sana veren Allah o suyu da O sana vermiştir, su senindir artık kalabilir”.

Abdülmuttalib’ in o zaman çocukları yokmuş, iki tane çocuğu var. Abdülmuttalib bakıyor ki tek başına. O da Allah’a nezr ediyor: Diyor:

“Ya Rabbi. Sen bana on tane evlat verirsen ben bir evladımı senin uğrunda feda edeceğim.”

Hulasa-i kelam zaman gelip geçiyor. Allahu Teala (CC) ona on değil on iki tane evlat veriyor. On iki tane evladı oluyor. Evlatları yetişiyorlar, büyüyorlar. Artık Abdülmuttalib’e karşı söz söyleyen yok. Böyle bir yere gidince bütün evladı etrafında arkasında.

Bu nezrini yerine getirmek için kura çekiyor, hangisini keseyim. Kura Abdullah’a çıkıyor. Peygamber efendimiz (SAV):

أنا ابن الذبيحين

“Ene İbnüz zebihayn” Yani “Ben iki kesilecek olan kişinin oğluyum” buyurmuştur. Hem babam kesilecekti, Allah onu muhafaza etti. Hem de dedem İsmail kesilecekti Allah muhafaza etti. Hem İsmail’in soyundan, hem Abdullah’ın soyundan…

O da Abdullah’ın elini tutuyor, götürüp kesecek, kurban edecek.

Götürünce Mekkeliler “Ne yapıyorsun?”

“Oğlumu keseceğim”, “Kesemezsin efendim”, “Keseceğim”, elini tutuyorlar “Mümkün değil kesemezsin oğlunu. Niçin kesemezsin? Kesersen burada bir adet olur. Herkes kendi evladını keser.”

“Peki, ne yapalım? Kâhinlere gidelim kâhin ne dediyse onu yapalım”

Gene kâhine gidiyorlar.

Kâhin diyor ki:

“Sen oğlunu kurtarmak için oğlunun karşısına on tane deve koyacaksın. Ondan sonra kura atacaksın. Kura develere düştüyse zaten develerin kesilir, oğlun kurtulur. Eğer kura oğluna düştü ise on tane deve gitti zaten, on tane deve daha koyacaksın. Hülasa kaç deve düştüyse o kadarını kurban edeceksin. O zaman Allah senden memnun oldu demek ki.”